ZAMANI İYİ KULLANIP, İŞ HAYATINA ERKEN BAŞLAYINIZ...

Bu sayımızın özel konuğu, güzel Ege'mizin başşehri İzmir'de ikamet eden, Bulgaristan göçmeni bir restoran şefi olan, Mehmet İnanır.

ZAMANI İYİ KULLANIP, İŞ HAYATINA ERKEN BAŞLAYINIZ... Bu sayımızın özel konuğu, güzel Ege'mizin başşehri İzmir'de ikamet eden, Bulgaristan göçmeni bir restoran şefi olan, Mehmet İnanır. - Öncelikle bu röportaj teklifimi kabul ettiğin için teşekkür ederim! Biraz kendinden bahseder misin? Mehmet İnanır kimdir? - 1990 yılında, Bulgaristan'nın Koşukavak kasabasında doğdum. 1993 yılında, Türkiye' ye göç etmiş, dört kişilik bir ailenin büyük oğluyum. Bir erkek kardeşim var. Evli ve bir kız babasıyım. - Bugünkü konumun itibarıyla, artık ünlü bir şefsin. Bu senin hikayen nasıl başladı? - Çınarlı Endüstri Meslek Lisesi'nin radyo televizyon bölümünde okumaya başladım. Ben ve yakınlarımın, böyle bir bölümün bana hayatımı kazandıracak olduğuna inanarak başlamıştım ama bunun böyle olmadığı çok kısa bir zaman sonra ortaya çıktı. Okuduğum bölümün, bana göre olmadığına inandım ve istemeyerek de olsa bırakmam gerektiğini düşündürdü. Çünkü mutlu değildim. Kendimi çok sorguladım ve mutlu olabileceğim yerin mutfak olduğunun farkına vardım. Küçük yaştan itibaren, zaten çalışan bir annenin mutfaktaki yardımcısıydım. Bizim aynı zamanda bir aile işletmemiz var. İsmini Bulgaristan'daki Arda nehrinden esinlenerek koydukları, Sarnıç'taki “”Arda Kafe”, anne ve babamın işletmesidir. Orada, camiamızın damak tadına, böreklere /baniçkalara/, çeşitli yemeklere ve pratik tatlılara aşina olmuştum. Böylece, oradaki ara sıra çalışmalarım bir karar vermeme vesile oldu. Liseyi bırakıp, İzmir Balçova Turizm Meslek Eğitim Merkezi'nde okumaya ve orada aşçılık eğitimi almaya başladım. O zamanlarımı hiç unutamıyorum, çünkü derslerime büyük bir zevkle giderdim. Bir yıllık, hem teorik, hem de uygulamalı zorlu bir eğitimin sonrasında mesleğime başladım. - Neden bu işe bir lokantada çırak olarak başlamadın da, okula gitme ihtiyacı duydun? - Bir ustanın yanında çırak olarak başlayabilirdim ama bunun bir zaman kaybı olarak düşündüm. Ben hayatımı kazanacağım bir meslek edinmek istedim. O riske girip, sadece bir alanda değil, gastronomi gibi bir bilimi okumak, zor olanı seçip, daha profesyonel ve günümüzü yakalayabileceğim bir eğitim ile bu mesleğe başlamak istedim. - İlk işine nasıl nerede başladın? - Ben işe başlarken biraz şanslıydım. Bu da bir kader olsa gerek. İlk işime profesyonel olarak, Antalya'da beş yıldızlı Blue Waters Oteli'nde dayım olan Sami Hacı şefimin yanında başladım. Oradaki bütün imkânları kullanarak, okulumda öğrendiğim tüm detay ve bilgileri pratikte uygulama fırsatları buldum. Şefimin bana öğrettikleriyle, bu mesleği bir kez daha sevdim. Benim için mükemmel bir başlangıç oldu diyebilirim. Askerde de bu meslek bana Side Özel Eğitim Merkez Komutanlığı'nda 2500 kişilik bir sosyal tesisisin mutfak sorumluluğunu bağışladı. Bu bana çok büyük bir özgüven verdi, çünkü mutfağın her şeyinden sorumlu birisiydim. Hemen akabinde turizmin gene lideri olan Çeşme'de, Kerasus Otel'de departman şefi olarak görev yapıp, özgeçmişime iyi bir referansla yoluma devam ettim. Beş yıldır ise şu an çalıştığım İsa Bey Bağ Evi'nde mutfak şefiyim. Böyle bir kısmet çok nadir birilerine nasip olur diye düşünüyorum… - Biraz da şu an çalıştığın İsa Bey Bağ Evi'nden bahseder misin? - İsabey Bağ Evi sahipleri Güner ailesinin kökleri Kırım'a kadar uzanmaktadır. Kırım'dan, 1900 yılların başında, Bulgaristan'ın Vidin şehrine göç ederler. 1941 senesinde, 1. Dünya Savaşı'ndan dolayı, Türkiye göç eden aile, 1942 senesinde Sevilen Şarapları'nın temellerini atmıştır. “Tripadvisor 2016” mükemmellik sertifikası almış elit bir müşteri portföyüne sahip bir işletmenin şefiyim şu an. İsabey Restoranı'nda “a la carte” ve banket mönüsü şarap odaklı ve şaraba uyumlu lezzetler sunulmaktadır. Mevsiminde sunulan sebze ve meyveleri, taze olarak direk tarladan mutfağımıza gelir ve değerli müşterilerimizle buluşur. Şarapları gibi, bu özellik de bizim için lezzet sunumunda olmazsa olmazı olan, yüksek standartlı bir işletme. - Uzun bir süredir sektörün içindesin. Bugüne kadar almış olduğun eğitimden, stajına, kişisel tecrübe ve deneyime dayanarak, bize Türkiye'deki gastronominin ulaştığı son noktayı anlatır mısın? - Türkiye'de, gastronomi son yıllarda yükselen bir grafik çiziyor. Eskiden ülkemize gelen Fransız turistlere en iyi “steak eti” yedireceğiz, İtalyan'a en güzel makarnayı yedireceğiz diye çırpınırken, günümüz Türkiye'sinde daha ziyade kültürümüzü yansıtan, damak zevkimizi, gerek yemeklerimizi, gerek tatlılarımızı, aklınıza gelebilecek her alanda, kendimiz olma çabası içindeyiz. Bu da bizi dünyada bir yer sahibi yapıyor. Çok iyi bir seviyedeyiz. Ama bu sene bizim için ilk ve çok sevindirici bir organizasyon da gerçekleşti. Biz eskiden yurt dışına gider, orada ülkemiz adına ter dökerdik. Ama bu sene federasyonumuz ve çok değerli şeflerimizin emeğiyle, devletimizin de desteğiyle, tamamının Türk şeflerden oluşan bir jüri karşısında yabancıları ülkemizde yarıştırdık. - Seni de yarın öbür gün büyük şeflerin milli takımda görebilecek miyiz? - Tabi ki, böyle bir hedefim var ama daha çok yol almam gerektiğini düşünüyorum. - Bulgaristan göçmeni bir aileye mensup oluğunu söyledin. Bu senin için bir şans mıdır? - Ben ve mensup olduğum ailem, sizin de tabir ettiğiniz gibi sıfırdan geldik. Anne ve babamın en verimli çağında, Bulgaristan'daki olumsuz şartlardan dolayı göç edip, Türkiye'ye gelmeleriyle, bir yaşam savaşı başlamış bulunuyordu. Ben de bu savaşın, bu tutunma çabasının içinde büyüdüm. Dolayısıyla başarılı olmamak gibi bir lüksümüz yoktu. Ya yaşayıp ve çalışarak başarılı olacaktık, ya da yok olacaktık. Tabi ki, bazen yılgınlık ve yorgunluklar olmuştur ama ailem bunu bize hiç hissettirmedi. Bir güven eksikliği yarattı mı? Evet! Burada doğmuş büyümüş bir kişiye , geriden başlamışız gibi bir durum da yok değil. Ama biz bu açığı kapattığımıza inanıyoruz. - Senin için dayın Sami Hacı dışında örnek aldığın bir şef var mı? - Hemen aklıma geliyor, ismini hayranlıkla ve minnetle anıyorum. Mesut Ergüç şefim. Kendisi benim için büyük bir şanstı. Belki de dediğim gibi bir kaderdi. Aynı ortamda birlikte mesai yapmak, benim için mükemmel bir fırsattı. Kendisi bir şefin nerede ve nasıl hareket edeceğini, bildiği ne varsa kıskanmadan paylaşan ve benim bu vizyona sahip olup, bu seviyelere gelmeme vesile olan, öğreten bir şefti. Allah kendisinden razı olsun! - Yanında yetiştirdiğin yeni meslektaşlarına ve bu mesleği seçebilme iradesi gösterecek olan gençlere neler tavsiye edeceksin? - Çok okumanın değil, kullanılabilir bir bilgiyi alıp hayatlarında uygulayabilmeleri için zamanı çok iyi kullanmalarını, bu meslek için meraklarını devamlı taze tutmalarını, kesinlikle disiplinli ve temiz olmanın, hayatlarında olmazsa olmazları arasına koymalarını tavsiye edebilirim. Zaten gerisi kendiliğinden geliyor. Bir hedef varsa, o hedef için gerekli bilgi ve donanım da alındıysa, hayata geçirilmek üzere kararlı bir adım atmaları, kendileri için yeterli olacaktır. Yoğun çalışma temposu olduğu için, sağlığına da iyi bakmalarını tavsiye ederim. Mesleklerinde ve hayatlarında, eleştirilebilir bir kişilik geliştirmeleri gerektiğini düşünüyorum. - Her şefin en iyi olduğu bir kategori vardır. Senin de böyle, kendini iyi yansıttığına inandığın bir yemek türü var mı? - Ben bunu bölümlere ayırıp, şunda ya da bunda iyim demek yerine “a la carte” dediğimiz her şefin yemeğinde, kendi kattığı şekliyle sunması diyebiliriz. Ben de kendime özgü bir tarz geliştirdim. Bu sayede kendimi daha heyecanlı ve daha üretken hissediyorum. - Son olarak, buradan senden sonra gelecek olan genç nesillere nasıl bir mesajın olacaktır? - Malum, günümüz Türkiye'sinde her şey çok çabuk tükeniyor, zaman da bunlardan bir tanesi. Zamanı iyi kullanıp, hayata erken yaşta atılmaları, onları ilerleyen yaşlarında rahat ve refah düzeyi yüksek bir ömür verecektir diyorum. Buradan bana bu fırsatı verip, gazetenizin bir köşesini bana ayırmanızdan dolayı sizlere çok teşekkür ederim! Aşkın BEYTULLAH

Bakmadan Geçme