Resmi dil öncelik kazanırken, ana dilimiz ikinci plana itilmekte ( - 1. )
TÜM YAZILARI
SON GÜNCELLEME: 04 Nisan 2022 00:38
Bugün İbram Ahmed'in bir paylaşımına denk geldim.
İbram Bey, kendisi Varna bölgesinden olup kültür alanında faaliyet gösteren bir gencimiz. Ülkesinde yaşayan Türk toplumunun eğitim ve kültür seviyesini yükseltmek için birçok fedakarlıklara katlanmaya devam etmekte.
Gün boyunca, onlarca sanal site ve grupta, sorgusuz sualsiz Türkçe eğitimle ilgili bir dilekçe örneğini paylaştı durdu. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana davul zurna az...
Bizim idealist İbram Ahmed hiç boş durmadı; fakat benim aklıma hemen Türk asıllı siyasetçilerimiz geldi. Bir sürü politikacının sanal portföylerini kontrol ettim ve hiç bir yerde söz konusu dilekçe örneğini göremedim. Tam bir fiyasko ve hüsran!
Kanımca bizim Akhilleus topuğumuzdaki zayıf nokta işte budur!
Ana dil konusunun baş muhatabı asıl siyasi iradedir. Onların suskunluğu ve çaresizliği devam ettiği müddetçe, bizler bir milim ilerleyemeyiz...
Sanmayın ki, DPS bu konuya çözüm bulamaz!
En azından kendi çocuklarını Türkçe derslerine göndermiş olsalar, çoktan pozitif sonuçlar ortaya çıkmış olurdu.
Ana dil, çocuğun ailesinden öğrendiği ve konuştuğu ilk dil demektir. Örneğin bir Türk'ün ana dili Türkçe, bir Bulgarın ise Bulgarcadır. Dilin ilk anlamı tat alma organı, ikinci anlamı ise lisandır...
Kendimizi çocuklarımız ana dilde eğitim görmek istemiyor diye hiç avutmayalım; zaten anne ve babaları da hiç okumadı ki...
Henüz reşit olmayan yavrularımızı sorgulamak yakışık almaz; fakat onların ebeveynleri de hiç günahsız sayılmazlar.
Devletimiz, nedense bizleri azınlık olarak tanımıyor; fakat ana dili eğitimi görmemize bir yasak getirmiyor.
Tek koşul olarak 12 kişilik bir sınıf oluşturulduğunda, kadrolu Türkçe eğitmen tayin etmeyi taahhüt etmekte.
Azınlıkların ana dili eğitimi, Avrupa Birliği üyesi bütün devletlerde aynı şekilde çözüm bulmuş.
Artık Bulgaristan da bir AB üyesi olduğuna göre, olaya farklı bir gözle bakamaz.
Türkçe eğitime yasak getir(e)mez; ama resmi devlet okullarında bu derse mecburiyet de getirmez.
Şimdi bizim toplum içindeki çoğunluk, 32 yıldır boş yere Türkçe eğitimin devlet okullarında mecburi ders olarak görülmesini bekliyor...
Hatta, buna siyasilerin kesin bir çözüm bulacaklarına dair bir inanaç hakim.
Geçiniz bu ayakları!
Devlet kurumları ve siyasiler çoktan kararını vermiş. Bizler de bu kararın alınmasında oy vermişiz, rıza göstermişiz, ses çıkarmamışız...
Tabii ki, şimdiye kadar bu problem çözüme kavuşturulabilirdi.
Bu yeni anayasanın kabulünde olurdu; daha sonraki yıllarda iktidar ortağı olduk, kararlar bizim isteklerimiz doğrultusunda alındı.
Güya porsiyonları bile biz dağıtık; ama şimdi yine bizim tumbaklar tamtakır boş...
Böylece okul sıralarımız da boş kaldı. Türkçemiz hiç okunmuyor değil, 100 binler yerine, belki de, şimdilerde göstermelik olarak sadece 2-3 bin yavrumuz abc'ye kök söktürüyor. Milli Eğitim Bakanı bu konuda pek suskun...
Koskoca anlı şanlı siyasilerin ve dernekçilerin sayesinde, Zekiye Hanımlar bir türlü çoğalmadı gitti...
Şahsen ben 8.sınıf öğrencisiyken,1972 yılında, devlet okulunda mecburi Türkçe ders olarak Leksikoloji okumuştum. Sanırım, o yıldan sonra zaten bütün okullardan ana dili eğitimi temelli kaldırılmıştı.
Sonuçta azınlık statüsünde olsak veya olmasak da, farklı etnik kökenden gelen çocukların ana dil eğitimi hakkı, bir sürü uluslararası düzenlemelerle çözüme kavuşturuldu.
Ana dil ve resmi dil arasında asla ikilem içinde değiliz. Her iki dili de öğrenmemiz şart.
Bir küçük çocuğun ilk öğrendiği dil annesinin ve babasının dilidir; fakat bu çocuk kreşe ve okula başladığında artık hukuksal olarak kabul edilmiş resmi dili / devlet dili öğrenmeye mecbur bırakılıyor.
Ana dilinin zengin sözcük deryasından mahrum kalıyor.
Özürlü doğmayan çocuklarımız, artık ezik birer engelliye dönüştürülmekte...
Böylece resmi Bulgarca dili öncelik kazanmış oluyor ve bir azınlık mensubunun ana dili ise ikinci plana itilmekte.
Bulgaristan'da çok sayıda dil konuşuluyor, bu şekilde çeşitli azınlık mensupları kendilerini özgürce ifade edebiliyor.
İşte bu nedenle 1992 tarihinde Avrupa Konseyi tarafından Bölgesel veya Azınlık Dilleri Hakkındaki Avrupa Sözleşmesi kabul edilmiştir.
Sözleşme'nin 1. maddesine göre, bölgesel diller veya azınlık dilleri, bir devletin toprakları içinde bu devletin geriye kalan nüfusundan sayıca daha az bir grup oluşturan vatandaşları tarafından geleneksel olarak kullanılan ve devletin resmi dil (ler)inden farklı olan dillerdir. Bu diller, devletin resmi dilinin lehçeleri ve/veya göçmen dillerinin lehçeleri kapsamının dışındadır.
2.4. Azınlık Kavramı Uluslararası hukukun en tartışmalı konularından birisi de azınlıklardır. Yönetimde temsil, self-determinasyon, ana dil, eğitim gibi pek çok konu azınlık kavramı bağlamında tartışılmaktadır. Azınlık kavramı, içinde yaşadığı toplumun genel yapısından, ırk, dil, din, kültür ve millet olarak ayrılan ve genel nüfusa oranla daha küçük toplulukları ifade etmektedir. Ancak, üzerinde tam olarak uzlaşılmış bir azınlık tanımı bulunmamaktadır. / Devam edecek /
Fotoğraf: Nurkan Kahraman