Yaban ellerde Türk Öğretmen olmak

   Karşılıklı heyecan içinde öğretmen – öğrencinin buluştuğu günün sabahı geldi. Okulun bahçesinde öğrencileri beklerken, saçları örgülü, beyaz kurdeleli, mavi gözleri ışık saçan, elinde bahçeden topladığı çiçeklerle bir kız çocuğu yanıma yaklaştı ve çiçekleri bana uzatarak, 'Siz, Türk öğretmensiniz değil mi?'diye seslendi. Bu beklenmedik soru karşısında bayağı şaşırdım ve toparlanarak,'Evet, ben yeni öğretmeniz oluyorum.' diye cevap verebildim. Çocuk ısrarlı bir şekilde, 'Siz, benim Türk öğretmenim siniz.' diyerek neşeli bir biçimde yanımdan uzaklaştı...

Kime sorarsanız sorun, herkes öğretmenliğin kutsal bir meslek olduğunu söyler. Bana sorarsanız, benim vereceğim cevap tek kelimelik – özveridir. Dünyanın neresinde olursan ol, öğretmenlik mesleğini icra etmek, insanın içinde anlatılması güç duygular kaplıyor. Her zaman farklı insanlar, farklı hayatlar, farklı hikayeler ve farklı yaşam tarzları ile karşılaşmak ve kalplere dokunabilmektir.

Okulun bahçesine ilk adım atan minicik yürekleri ve ürkek gözlerin tedirginliğini görmek, bir öğretmenin içindeki heyecanını ve yüreğindeki binlerce kelebeğin kanat çırpmasıyla özdeşleşebilir. O heyecanı her yeni başlangıçta yaşamak, yaratıcılığın ve çalışma azminin hiç bitmediğinin göstergesidir.

Öğretmenliğimin ilk gününü kısaca anlatmak istiyorum. 1987 yılında, eğitim fakültesinden derece ile mezun oldum. 1984 – 1989 yılları arasında, Bulgaristan'da komünist rejimin Türklere uyguladığı asimilasyon politikası nedeniyle, hayatımı birleştirdiğim kişinin siyasi mahkum olması ve Tuna nehri kıyısında bulunan on bin nüfuslu bir köye sürgün edilmesinden dolayı, ben de o köye gitmek zorunda kaldım.

Köy nüfusu farklı etnoslardan ibaretti. Sadece Türkler yoktu ama bizler bu boşluğu zoraki doldurmuş olduk. Önce eşim, bir ay sonra ben de o köye gittim. Yerleşme konusunda çok zorluk çektik, çünkü biz oraya varmadan önce, hakkımızda çeşitli efsaneler uydurulmuştu ve hiç görmedikleri Türkler hakkında barbar ve Bulgarlara zulüm eden bir millet olarak tanıtım yapmıştılar.

Köye vardığımızda, çağdaş, kültürlü ve eğitimli olduğumuzu gördüler. İlkokula öğretmen olarak atamam yapıldı. Tabi ki, köyde yaşayanların kafasında bin bir soru var. “Türk” öğretmen gelmişti. Ne yapacak ve hangi dilde konuşacak? Okulda önce tanışma faslı gerçekleşti , sonra da bana birinci sınıf öğretmenliği uygun görüldü.

Karşılıklı heyecan içinde öğretmen – öğrencinin buluştuğu günün sabahı geldi. Okulun bahçesinde öğrencileri beklerken, saçları örgülü, beyaz kurdeleli, mavi gözleri ışık saçan, elinde bahçeden topladığı çiçeklerle bir kız çocuğu yanıma yaklaştı ve çiçekleri bana uzatarak, “Siz, Türk öğretmensiniz değil mi?”diye seslendi. Bu beklenmedik soru karşısında bayağı şaşırdım ve toparlanarak,“Evet, ben yeni öğretmeniz oluyorum.” diye cevap verebildim. Çocuk ısrarlı bir şekilde, “Siz, benim Türk öğretmenim siniz.” diyerek neşeli bir biçimde yanımdan uzaklaştı...

Okulun ilk heyecanın yanı sıra, yaban ellerde bir Türk olmak, hatta Türk öğretmen olmanın yüklediği ağır sorumluluğu omuzlarımda hissettim. Artık bir Türk öğretmenin nasıl çalıştığını, öğretmenlik mesleğinin sevgi, saygı ve özveriden ibaret olduğunu göstermekti benim amacım. Bunu başardığımı düşünüyorum, çünkü o köyde benim nüfus cüzdanımdaki adımı çok az kişi biliyordu.

Ben çocuklara sevgi ile yaklaşan, eğitimde yeniliklere önem veren, farklı etnik gruplara ait çocukları ayırmayan, projeler üreten, hoşgörülü bir Türk öğretmendim.

Yıllar geçti ve Anavatanımız Türkiye'ye geldikten sonra, ilk öğretmenliğe başladığım bozkır köyüne gittiğimde, beni yine Türk Öğretmen olarak karşıladılar.

Türk Öğretmen olmak büyük sorumluluktur, hele yaban ellerde...

Gülşen AHMETOĞLU,

Ankara

Bakmadan Geçme