PEŞTERE – ŞİRİN BİR KASABAMIZ - 1.

Kasabanın tam ortasında kocaman bir kavak ağacı, altında fayton durdu. Karanlığın basmasına rağmen, meydan insanla doluydu. Kocaman, kendi yaşını bilmeyen, bu dev kavak ağacına birkaç lamba asılmış, etrafı aydınlatırdı. İnsanlar da, lambalar altında kümelenmiş, yaşlı, masal anlatan dedeyi sarmış gibiydiler. Sanki halk kavak ile bütünleşmiş, fırdolayı yavruları oturmuşlardı. Birbiri ile konuşur, sohbet ederlerdi… Batak deresinden akşam rüzgarı hafifçe eser, etrafa serinlik saçardı...

PEŞTERE – ŞİRİN BİR KASABAMIZ -1.


“Peştere'ye inebilsem

Can dostuma erebilsem

Şu asiyi kırabilsem

Muradıma erebilsem...”


(Osman Paşa halk türküsü)


O, eski Peştere! Yaşlıların çocukluk hayalleri! Rodoplar'ın dağ eteklerinde, Trakya ovasına doğru kucağını açmış, şirin bir kasaba ve “yaşlanmış çınar” gibi dallarını sermiş, tüm meydana gölge saçan, kocaman kavak!

O, yerli ve etraftaki köylülerin, gelen-geçenlerin payitaht yeri idi. Kim nereye gidecek, nereden gelecek, hep onun altında görüşür, sohbet, istirahat, alış-verişini burada da yapardı...

Yıllar boyu unutulmamış bir geçmişi, tarihi ve geleceği vardı o kocaman, bin yıllık dev ağacın!

Bulgarı, Türkü, Ulahı, Ermenisi, Çingenesi, Milleti, Yunanı, Pomakı – kasabanın yerlisiydi. Mozaik gibi renkli halk, hayatta o denli bir uyum sağlamış ilişkileri ile, ki bu her bir topluma örnek olabilir.

Çocukluğumda, defalarca bir Batı yazarın eserindeki şu başlık, nedense dikkatimi adeta mıhlamıştı: “Çalışkan arıların kasabası”! Bu başlık Peştere halkı için tamı tamına geçerli idi. Unutmayalım, haaa! Kasaba halkının esnaflığı da asla yabana atılamazdı.

Biz, bir de bu yerleşim yerinin eskilerini anlatamaya çalışalım:

Söz ettiğimiz yaşlı kavak ağacı, bir yazara göre, kanatlarını geren kuş gibi etrafı kucaklamıştır.

“...Vakit akşam namazına önlenmişti. Peştere'ye geç ulaştılar. Kasabanın tam ortasında kocaman bir kavak ağacı, altında fayton durdu. Karanlığın basmasına rağmen, meydan insanla doluydu. Kocaman, kendi yaşını bilmeyen, bu dev kavak ağacına birkaç lamba asılmış, etrafı aydınlatırdı. İnsanlar da, lambalar altında kümelenmiş, yaşlı, masal anlatan dedeyi sarmış gibiydiler. Sanki halk kavak ile bütünleşmiş, fırdolayı yavruları oturmuşlardı. Birbiri ile konuşur, sohbet ederlerdi… Batak deresinden akşam rüzgarı hafifçe eser, etrafa serinlik saçardı...”

Peşetere'de çok “yaşlı” anıtlar bulunmaktadır:

Saat kulesi – Osmanlı döneminde dikilen kule, Мüslüman halkına namaz vaktini hatırlatan, günün tam sabahı, öğle, ikindi, akşamı gösteren anıt, kasabanın hemen doğu yükseltisinde bulunmaktadır. Kim inşa etmiş, nereden getirilmiş, bilinmez. Halkın hatırasında da hiçbir anı kalmamıştır. Her halde Osmanlı tarihi arşivlerinde kaydı bulunmaktadır.

Stara reka (Eski dere) – Batak kasabasından gelen akarsu, bazı yerel ağızlarda ” Batak deresi “ namı ile bilinen, tam köprülerden birinin başında eski zamanların meyhanesi” Stara reka” da oturtulmuş.

Ne kadar içkiler içilmiş, ne kadar paralar harcanmış, ne kadar içler dökülmüş... Akan suların ağızı olsa da, onlara bir danışabilsek. Belki de diyebilirlerdi: "Biz meyhane ile yarış halindeydik..."

Eski bir gelenek – Sünnet düğünleri!

O tantanalı çocuk giyim-kuşamları, o, at üstünde kasaba gezileri ve davul zurna havaları, o görkemli ortam, küçük yavruları heyecandan heyecana koştururdu. Hele erkek çocuğu olan babaların içten içe yaşadıkları gurur gözlerden kaçmazdı. Tüm halk, bu Müslüman kanunlarına göre düzenlenen bayramı coşku ile kutlardı. Mesele sadece bununla kalmaz, ardından at koşuları veya yağlı güreşler gelir, cümle cemaat unutulmaz anlar yaşar, sabırsızlıkla bir sonraki yılı beklerdi.

Daha nice eski eserler ve anılar varmıştır eski zamanlarda bu küçük kasabada - hanlar, tabakhaneler, keresteci meydanları, pazar, dukkanlar ve neler, neler...

Emel BALIKÇI,

Peştere


Bakmadan Geçme