Sabah sabah, radyomuzun düğmesine dokununca “İki de keklik bir kayada ötüyorc/ Ötme de keklik derdim bana yetiyor” sözleriyle büyüleyici bir ses yayılır odamıza. Derhal tanırız – Adem Bayraktar diyerek, dikkat kesiliriz…
Öz kültürümüzün, bu parlak temsilcisinin yaşam ve sanat öyküsünü anlatmaya kitap gerektiğini düşünüyorum. Ancak biz kitapçığımızın imkanları dahilinde en önemli yön ve anlarıyla birkaç sayfaya sığdırmaya çalışacağız.
Adem Bayraktar'ın bir ses sanatçısı olarak, 31 yıllık sahne hayatı var. Oysa, sesi küçük yaşta ortamındakilerin dikkatini çekmiştir. Yeteneğini ilk sezen okul müdürü Halil Kulov, ilk ifadeleri ise öğrenci müsamerelerinde olmuştur.
O vakitler, doğduğu Glocevo köyünde (şimdi kasaba) birçok ihtiyar odaları, mahalle ve örgüt kulüpleri vardır. Daha 8-9 yaşlarındayken, sesi ve türküleriyle buranın tarihine geçmiş olan koca dedesinin devamcısı olmak arzusu ile yaşıyor ve babasının teşvikiyle sazını omuzlayıp kahveden kulübe, kulüpten kahveye dolaşarak yaşlıları şenlendiriyor.
Orta okulu bitirince, tarım kooperatifinde dülgerliğe başlıyor. Ancak gerçekten de yetenekli olduğunu sezen öğretmen eniştesi İsmail Abdullov, eğitim ve elverişli ortam yaratmak amacıyla, onu hemen Razgrad Lisesine yazdırmıştır.
Genç türkücü, il merkezinde de ortamının dikkatini çektiği için, şehrin seçkin uzmanı Rayço Vasilev'in yönettiği Çitalişte “Razvitie” ( “Gelişim” kültürevi) kapsamında koro grubuna alınmıştır.
Yıllardan 1956. Razgrad “Anton Straşimirov” Devlet Tiyatrosu Estrad Bölümü'nün, Podayva köyünde temsili olacak. Terkibin en beklenen ses sanatçılarından Osman Aziz, aniden hastalanıyor. Dans yönetmeni Aniçka Boçeva, bir temsil için genç türkücüye başvuruyor. O da, bir sözü iki ettirmiyor. Osman Aziz'in sırası gelince de mikrofona geçiyor. Geçmesiyle de, büyüleyici bir ses yayılıyor ortalığa. İzleyiciler hemen tanıyor. Türkü, Osman Aziz'in, fakat farklı bir yorum. Mikrofondaki de, aslında ilk kez görüp duydukları, sakalı bıyığı henüz yakında belirmiş bir genç. Salon, coşkulu alkışlarla destekliyor genç sanatçıyı.
Bu performans Adem Bayraktar'a bir sınav sayılıyor adeta. Daha ertesi gün, tiyatronun kadrosuna alınıyor. Böylece de amatörlük dönemi bitmiş, Adem Bayraktarov için şerefli, şerefli olduğu kadar da sorumlu, zor ve çileli bir sanat yaşamı yolculuğu başlamıştır.
Bir yandan Türk halk türkülerini araştırmak, en iyilerini seçip repertuvarına almak, önce kendi kendine, sonra da uzman yönetiminde defalarca tekrarlamak; diğer yandan da evinden, ailesinden ayrı, yaz kış demeden ülkeyi diyar diyar dolaşarak, bazen soba görmemiş salon ve sahnelerde onları meraklılarına, sevenlerine ulaştırmak gerçekten de yorucu olmuş; ama o yorulmak bilmemiş, çünkü hayranlarının sevgisi, takdiri ve alkışları ona güç vermiştir.
Türk kültürüne hizmet duygusu, ona giderek ilham veriyor. Sözüm ona, “soya dönüş” döneminde bile, şahsen ve hayranlarının da sevdiği “Kuşlar gelir öterek / Ay gelen tatar mısın!” türküsü, bir an olsun dilinden düşmemiştir.
Onun için söz olunca, Razgrad “Nazım Hikmet” Devlet Müzik ve Dram Tiyatrosu müdürü, deneyimli rejisör ve tiyatro uzmanı Yüksel Çavuşev, hiç tereddüt etmeden:
“Adem Bayraktar, eskiden olduğu gibi, şimdi de tiyatromuzun orta direği, müziğinde bir ekoldur” – demişti.
Kuşkusuz, daha tiyatronun açılmasıyla onu göreve çağırması da, bu görüşlerinden kaynaklanmıştır.
Altmışıncı doğum günü arifesinde, ünlü sanatçıyla kısa bir kahve sohbetimiz oldu. Lâf arasında:
- Repertuvarınızda kaç türkünüz oldu ? – diye sordum.
- Yalnız eski Türk halk türküleri 85'in üzerinde, diye yanıtladı. Ben, Bulgar halk ve estrad türküleri de okurum. Onlar bir başka.
- Ömrünüz uzun olsun, ama nesillere miras olarak ne bırakacaksınız ? - dediğimde:
- Ulusal Radyo'muzun müzik fonunda kayıtlı 65 türküm var, artı 9 türkümü içeren bir de bandım.
- Keşke artık birkaç da albümünüz olsaydı. Bence hayranlarınız bunu çoktan bekliyor. Destek olacak hayırsever, müzikseverler de bulunurdu sanıyorum, dediğimde:
- Maalesef...
- Sizce bir ses sanatçısının başarılı olabilmesi için yalnız güzel sesi olması yeterli midir ?
- İyi ve güzel sesli olmak, elbette ki çok önemli; ama yeterli değil, çok çalışmak gerek. Aksi takdirde o ses yeteneği ziyan olabilir.
- İzleyici, sese mi daha düşkün, söze mi acaba ?
- Müziksever, her ikisine de önem veriyor. İyi sesle sunulan, iyi bir fikir, düşünce, duygu, izleyiciyi adeta büyülüyor. Bence, en başarılı türkü, iyi ses ile anlamlı sözlerin birleştiği türküdür.
- Benzemek istediğin ses sanatçıları var mıdır, onlar kimlerdir ?
- Yalnız amatör değil, sahne yıllarımda da hep Osman Aziz, Kadriye Lâtif, Ülviye Ahmet, Cemil Şaban gibi olmak istemişimdir.
- Hayranlığınızla birlikte, hiç onları kıskandığınız oldu mu ?
- Bilâkis, her vakit her yerde onları içtenlikle dinledim, başarılarına sevindim, takdir etmişimdir.
- Kendi başarılarınız için herhangi birine borçlu musunuz ?
- Evet, en çok da uzun yıllar Razgrad Estrad Tiyatrosu'nun Müzik Yönetmeni, merhum Rayço Vasilev'e borçluyum. O, büyük bir müzik hocası, nezaketli bir pedagogtu. Bize yalnız müzik ve sahne kurallarını değil, dürüst ve disiplinli insan olmayı da öğretiyordu.
- En büyük ödülünüz ?
- Hayranlarımın bana karşı olan sevgileri, o coşkulu alkışlarıdır…
Jübilesi olan sanatçıya soracak daha birçok sorularım vardı, ancak sohbetimizi sonlandırmak gerekiyordu çünkü az sonra tiyatroda, provalarda olmalıydı.
O, bütün deneyimine, ustalığına rağmen, bugüne bugün hep o eski titizlikle çabalıyor, öğrenmeye devam ediyor.
Diğer yandan da, aynı terkibin genç bir kızı olan - dram oyuncusuna, babacan tavırlarıyla mesleğinin inceliklerini öğretiyordu…