Türkiye'den gelen bir çikolata paketi bile Hac'dan gelen kutsal muamelesi görürdü bir zamanlar.
İnsan özüne, atasına ve köküne bu kadar mı yabancılaşır? Bu kadar mı hatırı yoktur bu toprakların ve geriye kalan yaşlılarımızın?
Her kapı öyle içtenlikle açıldı ki, öyle bir sevinçle Türkiye'nin selamı alındı ki…
Bu kadar mı zordur her ile ve ilçeye bir 'Aş evi' kurup, bu yaşlılarımıza günlük sıcak ve hazır yemek götürmek?
Geleceğimizin hayrını görmemiz için, geçmişimize sahip çıkmamız gerek!
PAYLAŞ
ORADA BİR KÖY VAR UZAKTA…
Türkiye'den gelen bir çikolata paketi bile Hac'dan gelen kutsal muamelesi görürdü bir zamanlar.
İnsan özüne, atasına ve köküne bu kadar mı yabancılaşır? Bu kadar mı hatırı yoktur bu toprakların ve geriye kalan yaşlılarımızın?
Her kapı öyle içtenlikle açıldı ki, öyle bir sevinçle Türkiye'nin selamı alındı ki…
Bu kadar mı zordur her ile ve ilçeye bir “Aş evi” kurup, bu yaşlılarımıza günlük sıcak ve hazır yemek götürmek?
Geleceğimizin hayrını görmemiz için, geçmişimize sahip çıkmamız gerek!
Kırcaali'den köyüm Kocamusalar'a gitmek için Mestanlı'yı geçince başlayan o dik virajlı yol her seferinde sanki dünya dışında, kimsenin erişemediği, özel izinle gidilen ve kimsenin görmemesi, bilmemesi gereken yerlere gidiyormuşum gibi hissettir.
Belki eskiden, Komünizm zamanında, buraların tam da bu tanıma uygun olarak "Graniçna Zona" (Sınır Bölgesi) olduğu için ve girme çıkmanın izine bağlı olduğu yerler olmasından dolayıdır bu hissiyat.
Yol boyunca dağlarda ufak ufak köyler ve çoğu terkedilmiş evlerle karşılaşmaya başlar insan. Eskiden Türkiye plakalı bir araç geçtiğinde insanların nasıl selam vereceklerini ve nasıl ilgi göstereceklerini bilemediği dönemleri hatırlarım, bırakın araba ve insanı, Türkiye'den gelen bir çikolata paketi bile Hac'dan gelen kutsal muamelesi görürdü o zamanlarda…
Artık pek çok şey tükenmiş bu topraklarda; sevinçler, umutlar, misafirlikler, gezeler, toplu yemekler, davullu zurnalı düğünler, çocuklar, bebekler, gençler… Artık annelerimiz, babalarımız, ninelerimiz, dedelerimiz , yıkılmak üzere olan evlerimiz ve mezarlıklarımız sahipsiz kalmış ve her gidişimizde bizleri daha da boynu bükük ve kırgın karşılıyorlar.
İnsan özüne, atasına ve köküne bu kadar mı yabancılaşır? Bu kadar mı hatırı yoktur bu toprakların ve geriye kalan yaşlılarımızın?
Bu kadar mı eziğiz ya da kompleksliyiz, o topraklara gidince, üsten bir bakışla kendi toprağımız ve insanımıza mağrurlanıp gururlanıyoruz? “Gitmek mi zor kalmak mı?” sorusuna; ” Bu topraklarda kesinlikle kalmak zor!” olarak cevap verilecek duruma gelinmiş çoktan.
Son gidişimde ilk defa bu köylerde kurban dağıtım vazifesinde yer almak nasip oldu bana. Daha önce her gidişimde sadece yakın akrabalarımı ziyaret etmişim , meğer, yol üstü ve iki adım mesafedeki köylerde yaşayan insanlardan çok da haberim yokmuş. Her çaldığımız kapı öyle içtenlikle açıldı ki, öyle bir sevinçle Türkiye'nin selamı alındı ki, o dağ köylerine ve o terk edilmişliklerine Türkiye'den sıcak selam gelmişti.
Her kurban eti sunduğumuz insan, bizlere gönlünü ve evini nasıl açacağını bilemedi. Bu insanlarımız yiyecek – giyecekten çok ilgiye muhtaçlar. Günün sonunda üç koca torba dolusu, her bahçeden ikram edilen armudumuz, eriğimiz ve üzümümüz vardı artık. Hele yaşlılarımız, o ihtiyaç hali içinde dahi, neyi var neyi yok ikram derdindeydi. Bu güzel insanların gidişi ile bu güzellikler de gidecek bu topraklardan…
Ah! Hayata ve kendimize dair ne çok öğreneceklerimiz var bu yaşlılarımızdan, ne kadar da çok geç kalmışız onlara gitmek için, onların kıymetini ve bilgeliğini anlamak için. Tüm bu hayat dersleri için bizlerden bekledikleri sadece - ilgi ve sevgi - hepsi bu!
Hem Türkiye'de hem de Avrupa'da kocaman bir camiayız, milyonları aşıyoruz, neredeyse hepimiz hayatlarını kurtarmış ve iyi yerlerdeyiz artık. Bu kadar mı zordur her ile ve ilçeye bir “Aş evi” kurup, bu yaşlılarımıza günlük sıcak ve hazır yemek götürmek, yada bu kadar mı zordur her ilde ve ilçede birer “Evde bakım ve sağlık ekibi” kurup, ayda iki-üç kere bu nenelerimizi-dedelerimizi ziyaret etmeleri.
Beş on sene sonra bu insanlara hayrımızın dokunduğu iç huzurunu yaşamak için dünyaları versek bile, bu insanlar hayatta olmayacak, o yüzden hala bir şeyler yapabiliyorken ve bir anlamı var iken, memleketimize ve insanımıza sahip çıkmak olsun derdimiz…
Geleceğimizin hayrını görmemiz için, geçmişimize sahip çıkmamız gerek!