Öğretmenim, size büyük teşekkürüm var

* Zaten çok duygusalım, gözyaşlarım sel olup aktı gitti. Öğretmenlik çok kutsal bir meslektir. Bugün bana 'Öğretmen olmasaydınız hangi mesleği seçerdiniz' diye sorsalar, hiç tereddütsüz 'Öğretmen' derdim.

Yıl 1978. Hayatımın dönüm noktası. Bulgaristan'dan Türkiye'ye göç ediyoruz. Büyük heyecan sarmıştı hepimizi. Daha önceleri bir kez bile gelip görmeden, doğduğun toprakları arkanda bırakmak büyük cesaret ister. Neyle karşılaşacağını bilmeden, bir meçhule gitmek, gözü yaşlı onca sevenlerinden ayrılmak kolay değil. Biz gibi, bu sınırların dışında yaşayan yüzlerce insan, bu topraklar için can atar. Buranın özlem ve hayaliyle yaşar. Pişmanlık duyduğumu düşünmeyin. Asla pişman olmadım. İyi ki de gelmişiz. Geldiğimizin ilk yılında yaşadığım zorluklardan söz etmek istiyorum. Evet, biz orada Bulgarca öğrenim gördük, ama Türkçe konuşmaktan asla vazgeçmedik. Ayrıca çok şanslıydık, çünkü haftada dört ders Türkçe derslerimiz olurdu. Okuduğumuz öykü ve şiirlerden Nazım Hikmet, Sabahattin Ali, Yaşar Kemalleri tanıdık. Ne kadar Türkçe konuşuyor olsak da, Türkiye'ye gelince anlamını bilmediğimiz birçok kelimelerle karşılaştık. Burada öğretmenlik yapabilmek için ilk önce konuşma dilini geliştirmem gerekirdi. Derhal büyük bir sözlük alıp işe koyuldum. Televizyonda duyduğum her yeni kelimeyi sözlükten bakıp öğreniyordum. Eğer öğretmenlik yapacaksam, Türkçeyi çok iyi öğrenmem gerekirdi. Hızlı adımlarla ilerliyordum. Türkiye hakkında bilgi edinmek için sınıflarda bulunan büyük coğrafi haritadan eve almış; dağları, ovaları, yaylaları, akarsuları, gölleri, barajları, körfezleri çalışıyordum. Ders kitaplarında Osmanlı İmparatorluğu ünitesi vardı. Bununla ilgili bilgi sahibi olmak için de Osmanlı Padişahları adlı kitabı almıştım. Atanmam, ancak bir yıl sonra yapıldı. O zamana kadar oldukça yol katetmiştim. Kendime güveniyordum. İlk görev yerim uzak mı uzak. Bir buçuk saat gidiş, bir buçuk saat dönüş yolu. Önemli değil. Nasıl olsa akşam evime, ailemin yanına geliyordum. Göreve başladığım ilk günlerde, öğrencilerime yurt dışından geldiğimi söylemiştim. Oldukça meraklı, Ayhan adında bir öğrencim birçok soru soruyordu. Hatta, Bulgarlar hangi alfabeyi kullanıyorlar diye de sormuştu. Kiril alfabesi deyince, bu defa harfleri sormaya kalktı. " Sen çok meraklısın, ver bakalım sana yazıyla göstereyim", demiştim. O gün eve geldiğimde, " Ben niye böyle bir şey yaptım " diye kafama taktım. Biz, beş yıl boyunca takipteyiz, ya yanlış anlaşılırsam? Ertesi gün okula gittiğimde ilk iş olarak çocuktan kağıdı istemek oldu. Çocuk da "Öğretmenim, versem ne olacak, ben onları ezberledim ki" demez mi? Adeta şok geçirmiştim. Dördüncü sınıf olduklarından, sosyal bilgiler dersinde mutlaka Atlas bulundurmalarını istiyordum. "Çocuklar, ilerde belki yurt dışına çıkarsınız, ama şimdi en azından Atlas üzerinden ülkelere gidin, komşu ülkelerin başkentlerini ezberleyin" demiştim. Ertesi gün, yine aynı öğrencim " Öğretmenim, ben neredeyse bütün ülkelerin başkentlerini ezberledim" demez mi? Ben bile birçoğunu bilmem. Helal olsun böyle çocuklara. Dört beş yıl kadar sonra, bir mektup alıyorum sözünü ettiğim öğrencim Ayhan'ımdan. Işıklar Askeri Lise'sinde öğrenci. "Öğretmenim, size büyük teşekkürüm var. Hani bana Kiril alfabesini öğretmiştiniz ya, ben burada Rusça öğreniyorum ve bana çok faydası oldu". diye yazıyordu. Ne kadar mutlu oldum, hiç anlatamam. Zaten çok duygusalım, gözyaşlarım sel olup aktı gitti. Öğretmenlik çok kutsal bir meslektir. Bugün bana "Öğretmen olmasaydınız hangi mesleği seçerdiniz" diye sorsalar, hiç tereddütsüz "Öğretmen" derdim. Fatma IŞIK

Bakmadan Geçme