NE Mİ DÜŞÜNÜYORUM?
Köylerin geçmişi hakkında yaptığım araştırmalarda, hiç bir muhtarın zenginlediğini, yorganı kendi veya yandaşları üzerine çektiğini göremedim. Köye ve halkına gerçek görev aşkıyla yanan kişiler olarak anılarda kalmışlardır. İstisnaları var mıdır? Belki vardır, olmuştur diyenler de çıkabilir ama ben hep saygıyla anılan muhtarlar olduğunu biliyorum.
NE Mİ DÜŞÜNÜYORUM?
Ben dünyaya gelmeden önce de köylerde muhtarlar varmış. Sözüm, Bulgaristan'daki Türk köyleri için. Bu muhtarlar okur yazar hiç değillermiş. İmzaları ve mühürleri parmakmış. Ama iş yapmasını da iyi bilirlermiş…
Çocukluğumda gördüğüm, bildiğim muhtarların sarıklı, kuşaklı, çakşırlı olduklarını hatırlıyorum. İlkokulları olmasa bile, hiç olmazsa imza atmalarını bilirlerdi. Parmak mührü tarihe gömülmüştü yani. Bu adamlar da kitap nedir, gazete nedir bilmeden işlerini çok iyi yürütüyorlardı. Köyün bir problemi mi var, o işin uzmanını bulup getirirler, yaptırırlardı. Zor hallerde ise nazlanan uzmanları, kendi kümesinden bir tavuk veya avlusundan bir kuzu rüşveti ile kandırırlar, o işin yapılmasını sağlarlardı.
Köylerin geçmişi hakkında yaptığım araştırmalarda, hiç bir muhtarın zenginlediğini, yorganı kendi veya yandaşları üzerine çektiğini göremedim. Köye ve halkına gerçek görev aşkıyla yanan kişiler olarak anılarda kalmışlardır. İstisnaları var mıdır? Belki vardır, olmuştur diyenler de çıkabilir ama ben hep saygıyla anılan muhtarlar olduğunu biliyorum.
Gün geldi, devlet tarafından atamalı muhtar olarak görev almak bana da nasip oldu. İşlerimi hep o geçmiş zaman muhtarlarının örneğiyle yaptığımı söyleyebilirim. O dönemde hiç kimse benim dayım, amcam, bacanağım, halam, teyzem olmadı. Herkes (Türk, Bulgar, dinci, laik, çırak, çoban...) benim için aynı değerde insanlardı. Benden bir menfaat bekleyen akrabam olduysa da, arzusu kursağında kalmıştır. Hiç abartmadan söyleyeyim ki, bu görevi sürdürdüğüm dönemde ülkede ve Avrupa'da fırtınalar esiyordu. Kıtlık çökmüştü. İnsanlar şaşkına dönmüştü. Kimin ne yapacağı belirsizdi. Demokrasi geldi, geliyor diye ortalık çok karmaşalıydı. O nedenle görevim dışında birçok işler (köyün dükkancısı, baytarı, postacısı, acil servisçisi, elektrikçisi, muhasebecisi, taksicisi vb.) benim omuzlarımdaydı. Gidişat, bir yerlerden bir şeyler tırnaklayıp cebime atmak değil, kendi cebimden verip köyün sorunlarını çözmek yönündeydi. Çok şükür, vicdanım hep temizdi, bugün de temiz olarak devam ediyor.
Bu durumu biz de biliyoruz dediğinizi duyuyorum. Ama işimiz, konuyu bugünkü muhtarlara ve öteki yöneticilere getirmektir.
Demokrasi dedik ya! Demokrasi geldi, yüreklerimizi deldi. SDS (Demokratik Güçler) iktidarının yaktıklarına, yıktıklarına, tarumar ettiklerine hepimiz şahidiz. Dizginler elden kaçırıldı. Atı alan Üsküdar'ı geçer sözünü hatırladı herkes. Ama herkes atı alamadı ki! Atı, cahil olmalarına rağmen, “kafayı çalıştıranlar” aldı gitti. Üç yumurtaya beş traktör alanlar... Meyhane açanlar... Şirket kuranlar... Arazi ve fabrika “kucaklayanlar”... Otel-restoran açanlar... Bunlar saymakla bitmez ki!
Ha, bir de mantarlar misali, particilik aldı başını gitti o zaman. “İpini koparan” parti kurdu, parti başkanı oldu. Parti başkanları da tahsiline, kültürüne bakmadan istediği kişileri muhtar yaptılar. Çünkü onlardan gelecek “avantalar” vardı. Muhtarlar da yerinde sayacak değiller ya, onlar da kapıldı bu akıntıya. Cebim dediler, dayım dediler, akrabam dediler ve bu karanlık günlerde baktık, enseleri kalınlaşmış. Demokrasi yaradı yani “açıkgözlere”. Eh, bir tarafta yerde sürünmeye başlayanlardan söz etmeyelim şimdi.
Konuyu nasılsa biraz sapıttık ama kusura bakmayın. Düşünüyorum da, geçmiş zaman muhtarları “budala” kişilermiş. Çarpmak, çırpmak için akılları yetmemiş zavallıların. O yüzden benim gibi hep çoban sopası olarak kalmışlar. Haydi, onlar neyse ne ama bizim bildiğimiz günümüzün başka “aptalları” yok mu?
Sabri CON