MÜCADELE VE CENK HAYATIN ÖZÜNDE VAR

'İnsanın olduğu her yerde savaş ve şiddet olmuş ve daha da olacak. Mücadele ve cenk hayatın özünde var. Tabiata bir bak! Arslan, geyiği yer leşini de akbabalar didikler. Geriye ak kemikler kalır. Zalimdir tabiat. Havada, denizde ve karada, her an her yerde büyük küçüğü, cabbar çelimsizi yutar. Bu yüzden hayatta kalmak için tek kaide var: hasmından daha kurnaz ve daha kudretli olmak. Başın, omzun üstünde dursun, kalbin göğsünde atsın istiyorsan, dövüşeceksin! Bu kadar basit! Mevlâna'ya kalsa, hepimiz evde düşmanların bizi kesmesini beklemeliyiz.'

MÜCADELE VE CENK HAYATIN ÖZÜNDE VAR

Övünmek gibi olmasın, beni yakından tanıyanlar kitap kurdu olduğumu bilirler. Yalnızca okumakla kalmam, bol bol not almaktan da hoşlanırım. Sonra bu not defterlerini yeniden gözden geçirerek bilgilerimi pekiştirmeye çalışır veya makalelerimde dip notu olarak kullanırım.
Bir gün önce kara kaplı bir ajanda defterimde Memlük Sultanı Baybars'tan alıntıladığım bir metne ilişti gözüm. Metinde aşağıdaki cümleler vardı:

“İnsanın olduğu her yerde savaş ve şiddet olmuş ve daha da olacak. Mücadele ve cenk hayatın özünde var. Tabiata bir bak! Arslan, geyiği yer; leşini de akbabalar didikler. Geriye ak kemikler kalır. Zalimdir tabiat. Havada, denizde ve karada, her an her yerde büyük küçüğü, cabbar çelimsizi yutar. Bu yüzden hayatta kalmak için tek kaide var: hasmından daha kurnaz ve daha kudretli olmak. Başın, omzun üstünde dursun, kalbin göğsünde atsın istiyorsan, dövüşeceksin! Bu kadar basit! Mevlâna'ya kalsa, hepimiz evde düşmanların bizi kesmesini beklemeliyiz.”
Bu düşünceleri ilginç bulmasam, her halde not defterime kaydetmezdim. Şimdi 5-6 yıl sonra yeniden okuduğumda daha da ilginç ve önemli buldum. Dünyamız, vurdulu kırdılı hareketlerle ve dehşet verici şiddet olaylarla sarsılırken, 13. yüzyılda yaşayıp, çağdaşı büyük düşünür ve yazar Mevlâna Celâleddin Rûmi'yi de anan bu büyük komutan ve devlet adamının söylediklerinden etkilenmemek mümkün mü?

Oysa bu adam bizlerin birçoğu gibi yüksekokullarda okumamış, çünkü küçük yaşta iken köle tüccarlarına köle olarak satılmış ve aile sıcaklığı yerine hayat ateşinde pişmiş, savaşlarda bilenip çelikleşmiş. Onun hakkında geniş bilgi edinmek isteyenler, Google'yi tıklayıp ayrıntılı bilgilere ulaşabilirler. Ben, hayatının en önemli özelliklerini sayıp geçeceğim. Baybars, 1223 yılında Kıpçak (Deşti Kıpçak veya Kumanya) ülkesinde doğmuş. Kıpçak Türklerinin genelde sarı saçlı ve mavi gözlü olduklarını bilirsiniz. İşte bu sarışın ve maviş çocuk, anne kucağından ve baba ocağından koparılıp köle tüccarlarının eline düşmüş.

Yolu Sivas'tan, Halep'ten, Dimaşk'tan geçip, Kahire'ye ulaştırmış onu. Uygun yaşa geldiğinde, orada Eyyubî devletince tertiplenen Bahriye Memlükleri teşkilâtına, oradan da hassa (sultan ) ordusuna geçmiş. Zeki ve de cesur bir çocuk olduğu için, kısa zamanda önemli mevkilere gelmiş. Ordusu, ilkönce Mısırı işgal etmek isteyen Frankların ordusunu, sonra Ermeni ordusunu, sonra Haçlı ordusunu, en sonunda da Cengiz Han'ın ordusunu mağlûp etmiş.

Bu kadar başarıdan sonra, adamı Mısır'a sultan yapmışlar (1260). Öldüğü 1277 yılına kadar hükmettiği Mısır ve Suriye topraklarında çok önemli reformlar ve yenilikler yapmış. Kurduğu Memlük (Kölemen) devletinin adına da “Devlet-it Türk” terkibini eklemiş”, yani Türk devleti, demiş. Demek ki, sağlam bir Müslüman mümin olmanın yanında, daha 13. asırda Sultan Baybars, Türklük bilincine ulaşmış bir Arap ülkesine “Türk Devleti” adını verme cüretini göstermiştir.
Şimdi gelelim ettiği sözlere ve bizim şair dostlarımızın övmeye bıkmadıkları büyük üstat Mevlâna'ya yönelttiği göndermeye. Söz ustalığının yanında Mevlâna aynı zamanda büyük bir şark hümanistidir. Hele hele hoşgörü ve iyilikçi fikirleri yayma konusunda onunla ancak Yunus Emre yarışabilir. Ben de hoşgörüyü ve iyi niyeti, insana acımayı en güzel erdemler olarak görürüm ama hayatta kaç kişiye etkim olur. Bu kadar insan barışın her yerde hâkim olmasını isterken dünyada katliamlara son verilebiliyor mu? Peki, bizim ülkemizin doğusunda 30 yıldır savaş devam etmiyor mu? Devletimiz hoşgörülü davrandıkça, üstüne üstüne gelinmiyor mu? Georges Klemençeau şöyle diyor: “Barışı kazanmak, savaşı kazanmaktan zordur.” Doğru söylüyor. Kaç yıldır barışımız, silâhların tehdidi altında bocalıyor. Daha da neler olacağını bilen yok.
Büyük Kıpçak Türk'ü Baybars'ın söylediklerini bir daha okuyalım. “Mücadele ve cenk hayatın özünde var.” Biz de “hayat mücadelesi” tabirini kullanarak ona hak vermiş oluyoruz. “Her yerde büyük küçüğü, cabbar çelimsizi yutar.” Bu bir cungula kuralı ama doğru. “Başın omzun üstünde dursun, kalbin göğsünde atsın istersen, dövüşeceksin.” Haaa, bu ne demek? Bu şu demek: Birisi senin canına kast ederse, dövüşeceksin. Hayati tehlikeye düşen insanın karşısında üç şık vardır: dövüşmek, kaçmak ve boyun eğip teslim olmak. Bu üç şıkkı iyi değerlendirmek gerekir. Atalarımız demiş ki “kaçanın anası ağlamaz”. Bu çağda kaçsa da, buluyorlar adamı. Bir de şunu demiş atalarımız: “Eğilen boynu kılıç kesmez.” Bu kurala, ancak Türk soylular uyar. Teslim olanı, boyun eğeni, onlar öldürmez ancak. Türkler, yaşlıları, kadınları, çocukları ve eli silahsız erkekleri de öldürmezler. Hatta eski Türk süvarileri atsız savaşçıyı dahi öldürmezmiş. Diğer milletlerde bu özellik yoktur. Bir milletin canına ve vatanına kast edilirse o zaman tek bir şık kalır: dövüşmek. Atatürk, “mecbur olmadıkça savaş cinayettir” demiş. İnşallah, bu milleti dövüşmeye kimse mecbur etmez ve ikinci bir kurtuluş savaşı yapmasına sebebiyet vermez.
İrdelenmesi gereken bir cümle daha var: “Bu yüzden hayatta kalmak için tek bir kaide (kural) var: hasmından daha kurnaz ve kudretli olmak.” Ne diyor stratejistler:

Devletlerarasında dostluk değil, çıkar ilişkileri vardır. Birçoğumuz kurnazlığı olumsuz bir davranış olarak görürüz ve hemen aklımıza tilki gelir. Oysa kurnaz olmak, oyuna gelmeyip başkasını oyuna getirmektir ki, tamamen zekâ ve düşünce işidir. Bir komutan, bir devlet adamı için kurnazlık, gerekli ve yararlı bir niteliktir. Kudretli (güçlü) olmanın da şartlarından biridir. Sanat ve bilim adamları daha saf insanlardır. Devlet ve millet sorumluluğunu taşımak kolay iş değildir. O bakımdan Baybars'la Atatürk arasında önemli ortak özellikler görüyorum.
Mevlâna'ya gelince, o daha farklı şartlarda yetişmiştir. Devlet adamı veya asker olmamıştır. O bir duygu, düşünce ve gönül adamıdır. Hiçbir zaman bir aksiyon adamı olmadı. Zira içindeki doğal ve vahşi insanı (nefsi) çoktan yenmişti. Oysa insanların, özellikle de eğitimsizlerin çoğu doğal ve vahşi duyguların esiri olarak hareket eder. Atalarımız öyleleri için “insanoğlu çiğ süt emmiştir” der. Belli şartlarda eğitilmiş duyguların altında uyuyan o çiğ ve vahşi duygular patlayıverir, savaşlar da kaçınılmaz olur. Ne de olsa insan bir yere kadar içinde yetiştiği şartların da ürünüdür.
Evet, not defterimdeki alıntı, beni bu iki büyük Türk komutanın (Baybars ve Atatürk) söyledikleri ve hayatın acı gerçekleri üzerinde ciddî olarak düşünmeye sevk etti. Ve beynimde şu soru oluştu: 7-8 yüzyıl önce yaşamış olan bu büyük Türk komutanı ve devlet adamının hayatı ve fikirleri neden Türk çocuklarına gerektiği gibi öğretilmiyor?

İsa CEBECİ

Bakmadan Geçme