MESTANLI PAZARI
Salı, benim favori günümdür. Mestanlı'nın pazarıdır. Pazar demek, kalabalık demek, bin bir çeşit yeni yüz demek, hareket, alışveriş ve şamata, yani ne ararsan bulabildiğin bir ortam demek. Minibüsten ayağım yere bastığı an, gözlerim ve kulaklarım hemen işe koyulurlar. Çevremde olup bitenleri gözlemlemekten aldığım zevk beni dört köşe ediyor. Terminalin arka kısmı öyle kalabalık ki, iğne atsan yere düşmeyecek benzetmesi 'cuk' diye oturacaktır.
Salı, benim favori günümdür. Mestanlı'nın pazarıdır. Pazar demek, kalabalık demek, bin bir çeşit yeni yüz demek, hareket, alışveriş ve şamata, yani ne ararsan bulabildiğin bir ortam demek.
Minibüsten ayağım yere bastığı an, gözlerim ve kulaklarım hemen işe koyulurlar. Çevremde olup bitenleri gözlemlemekten aldığım zevk beni dört köşe ediyor. Terminalin arka kısmı öyle kalabalık ki, iğne atsan yere düşmeyecek benzetmesi "cuk" diye oturacaktır.
Çoğunluğu daleler oluşturuyor. Bilmeyenler için şöyle izah edeyim. Bunlara çingene mi desem, son yılların modern deyimi ile roman mı desem, yada arkadaşım Hilmi'nin deyimi ile "şoparttırnaysimi" desem, sizin bileceğiniz iş, çünkü ben yıllardan beri bu konuda arpa boyu kadar mesafe almış değilim.
Ama nasıl hitap ederseniz edin, sonuçta kavram dönüp dolaşmakta ve aynı kapıya çıkmakta. Romanların arasında nasıl ki benzerlikler var, o kadar da farklılıklar var. Mesela burgucular var, sepetçiler var, demirciler var. Koşukavak kasabasına bağlı Osmanköy, Yapılı yol ve Karakuz köylerindeki romanlar kendilerini millet, artık ne demekse, diye tanımlıyorlar. Aynı durum Kırcali'deki Çamdibi mahallesinin nüfusu için de geçerli. Bu millet ya da dalelerin tanımlaması ile sosamarlar dalelere mesafeli dururlar, hatta birine hakarete kalkıştığında ona dale der. Ayrıca bu iki tür roman birbirleri ile kolay kolay kız alıp vermezler. Ana meslekleri müzisyenliktir. Biz onlara mehter diye hitap ederiz. Romanları derecelendirmeye kalkarsak, daleler listenin sonundadır.
İşte bu romanlar, salı pazarının olmazsa olmazlarıdır. Sosyalist iktidar döneminde, roman yaşamayan tek kasabası Mestanlı idi, fakat büyük göçten sonra bunlar boş kalan evlere yerleştiler, önde gelenleri ise ev satın alıp, yerli halk ile entegre olmaya gayret ediyorlar. Değişmeyen gerçek ise, bu topluluğun devlete beş kuruş faydası olmamasıdır.
Avrupa kurumları entegrasyon adı altında, bu topluluğa yardımlar gönderiyor ama bunların başlarını oluşturan çeribaşından, diğerlerine pek fazla bir şey kalmıyor. Yaşam biçimlerinden zerre kadar taviz vermezler.
Benim çocukluğumda, bu kesim dileniyordu ve kapımıza dayandıklarında ninem boş çevirmiyordu ama; " Gidin, siz de el alem gibi çalışsanıza!" dediğinde; "Yapma, be yenge! Allah, size, siz bize!"
Bin bir dil döküp, annelerinden izin alıp, pazarı pazar yapan köylü kızlarımıza da bir çift söz edelim. Önemli bir noktaya değinmeden edemeyeceğim. Bizim yörenin halkı eziktir. Geçimi tütün olan memleketlerin insanı yorgundur, bitkindir. Eski çağlardan günümüze kadar erişen o muhteşem Venera ve Afrodit heykellerinde görülen o ideal kadın vücudu, kadının başı vücuda yedi defa yerleşmesini bizimkilerde aramayın. Bizim kızlarda boy bir elli, kafada birazcık büyük ve vücuduna yerleştirmeye kalktığında ancak üç defa sığabiliyor. Saçlar kıvırcık, üstüne üstelik kabartılmış, bedenlerin sanki yapışmışçasına dar kot pantolon "ala kadınbudu köfte", bir de bizim kızları çok endamlı ve manidar yürümesi vardır. Öl, Ömer'im, öl!
Sıra geldi böreğe. Salı pazarında börek yemek bir gereksinimdir, ayrıcalıktır. Börek dükkanı önünde beş masa ve hepsi zapt edilmiş. Dikkatim, yetmiş beş seksen arasında bir ninenin börek yiyişine odaklanıyor. Meğer insanoğlu, börek yiyerek de mutlu olabiliyormuş.
Hemen gözümün önünde Faust'un, bir elinde çift börek, diğerinde ayran tablasını canlandırıyorum ve o an dur, sen muhteşemsin! Perde!
Bu kadar yeter. Dahası var. Sizleri de bekliyoruz Mestanlı pazarına.
Cevdet ŞAHİN