MASALIMSI GERÇEKLER

Sabahları martıların kaygısız çığlıklarıyla uyanan, kâh azgın, kâh durgun sular üstüne güneşi ansızın doğan bir deniz şehrini seçmişti, yaşamak için şair Recep Küpçü. Şahsının bilenmiş tutkuları gereği, şair mizacına en uygun, evrensel güzellikleri, özgürlükleri bağrına yâr etmiş, mutluluklara, çılgın sonsuzluklara yelkenler açan bir deniz şehri olmalıydı Burgaz...

MASALIMSI GERÇEKLER


Sabahları martıların kaygısız çığlıklarıyla uyanan, kâh azgın, kâh durgun sular üstüne güneşi ansızın doğan bir deniz şehrini seçmişti, yaşamak için şair Recep Küpçü. Şahsının bilenmiş tutkuları gereği, şair mizacına en uygun, evrensel güzellikleri, özgürlükleri bağrına yâr etmiş, mutluluklara, çılgın sonsuzluklara yelkenler açan bir deniz şehri olmalıydı Burgaz...

Lâkin ille velâkin ne yazık, ne yazık ki:

"Burgaz şehri güzel değil mi yoksa?

Yalnız bir kusuru var

Limana yakın bir camisi varmış minareli

İşte onu yıkmışlar."

Diyor şair ve yıkılan sadece cami değil...Cami bir imge, bir uçan kuş misali ustaca konmuş, hünkarca oturtulmuş şiirin evrensel yuvasına. Yıkılan ümitlerdir, özlemdir,yaşam bin bir boyutuyla...Yıkılmak, yok edilmek istenilen Bulgaristan ve Balkanlar'da Türk varlığıdır... Halbuki yüz yıllardır o toprakların haşin ve cömert havasında özgür ve cesurca yetişip, alın teriyle o verimli kara toprakları sulayıp, namusluca yaşayan, tarlasını ekip biçen, yüce Tanrıya dilince, dinince yakarışlar sunan, yağmur dualarına birlikte koşup yalvaran, köyde kentte Bulgar, Türk, Hıristiyan, Müslüman kardeşçe yaşayıp giden o insanlar arasına, harici emperyalist güçlerce serpilen düşmanlık tohumları bugünden dünden değil... Çok ötelerden, batı Hıristiyan devletlerin Osmanlı'ya karşı Kutsal İttifakı ile başlayan İslâm ve Türk düşmanlığı, o gün bu gün aynı inat, aynı yöntemlerle Balkanlar'daki Türk varlığını silme savaşındadır... Bal ve kan sözcüklerinin bir iyi niyet ihtimali bir arada oluşu güzel de, zaman yelkovanın akrebi yine kandan yana ve şair Recep Küpçü, vicdanın duyarlı sesiyle, sanatkâr kimliğiyle, bu ırkçı, şoven girişimlere karşı var sesiyle haykırmakta, mücadeleye davet etmektedir:

"Şiir elimde silâh

Savaş başlıyor: Bismillâh."

Hangi savaş, neyin savaşı? Yaşam adına, güzellikler adına, insanlık adına savaş...Bulgar Komünist Partisi'nin Todor Jivkov yönetiminde şövenistçe girişimlerine karşı bir savaş... O dönem, 1960 yılları ve sonrası Recep Küpçü'nün özgün yaratıcılığının doruk noktalarıdır. Ve yine o yıllarda, Türk çocuklarına kaliteli bir eğitim verme bahanesi ile Türk okulları Bulgar okullarıyla birleştirilip, Türkçe eğitim kaldırılmış, gericilikle mücadele adına Türk anane, gelenek ve göreneklerin uygulama alanları daraltılmış veya yasaklanmış, ibadet evleri camilerin kapılarına tadilat nedenleriyle kilitler vurulmuş, daha ileri bir günde "soya dönüş" adlı vahşi bir soykırıma zemin hazırlayan, bu nevi uygulamalara karşıydı şair Recep Küpçü. Kağıt ve kalem ile verdiği savaşı ve o onurlu duruşu, ardından gelenlere, bizlere, bir cesaret aşısı, bir kahramanlık örneğiydi... Bu nedenlerle sosyalist rejimin düşmanı gibi gösterilip, bin bir mağduriyet ve eziyete maruz bırakılıp, yaratıcılığının zirvesinde, en verimli ve olgun çağında, kırk yaşlarında, alçakça ölümüne gidildi...Eksiği artısıyla doğduğu köyün havasına, suyuna aşina, şu eşsiz dizelere büyük yüreğini koyan şair nasıl bir " vatan haini" olabilirdi:

"Yaktı yine genizimi köyümün burcu burcu kokusu

Bizim ev

Bizim sokak

Köpük köpük kaynayan kıvram dolam akan Gürsu"

Şiirlerinde konu zenginliği, patetik anlatış tarzı, günün resmi edebiyat akımı "sosyalist gerçekçiliğe" aykırı, meydan okurcasına, hayatımızdaki gerçekleri övgülü abartmalardan arık bütün çıplaklığı ile dile getiren şair, caddelerde, bayramlarda göğüslerinde hamleci nişanlarıyla nümayiş edenleri, çağdaş bir esir pazarı insanlarını andırdığını, o cennet dedikleri, dillere destan sosyalizmin bir "angarya sosyalizminden" ibarettliğini, bir masalımsı gerçek olduğunu teesüfle vurguladığı için, kısacık ömrü maddi sıkıntılar içinde geçti, susturuldu, sindirildi ve Recep Küpçü'den, Recep'ten, Ereceb'imizden "Düşündüklerimde özgürlük, duygularımda güzelliği savunma yeteneği" gibi ölümsüz şiirler yadigar kaldı nesillere:

"Nerde olursa oturup çıkınını açan,

sofra kurup peynir ekmek yiyen,

gençlik çağını yaşamadan

dalından vakitsiz yere düşen

ahlat örneği yüzleri kırışan

halleri güz rüzgârına tutulmuş

yapraklar gibi perperişan

yolda belde evindeymiş gibi konaklayan

canım kardeşlerim!...

... Senin her manzaran

her bakışın

her ağacın

hattâ her taşın

duygusal.

Sen hem yeni bir gerçeksin

hem eski bir masal."

Galip SERTEL

Bakmadan Geçme