Kız Kardeş

*** Anlatırken ağlamışım, halbuki hiç ağlamazdım. Çocuklarımı çok özlediğimi, burada işim bitip de normal maaş ile bir başka yere başlayınca, çocuklarımı yanıma almak istediğimi anlattım. O sert adam birden sanki pamuk gibi oldu.

İyi günler sevgili Misyon okurları! Gelsin bakalım küçük hikayemiz...

Almanya göçünün ilk 10 yılından bir hikaye ile buluşalım. Nafiz abi halim selim bir adamdı. Geldikten iki yıl sonra karısını ve üç çocuğunu da yanına almış, ev tutup, aile kuran ilklerden biriydi. Karısı ve kendisi iki ayrı fabrikada çalışırlarken, çocuklarına yaşlı ev sahibi bakıyordu. Bu sayede çocuklar çabucak Almanca öğrenmişler ve okullara başlamışlardı. Uyumlu güzel bir aileydi onlar.

Kimsenin etlisine sütlüsüne karışmadan geçinip gidiyorlardı. İzin zamanı onlar için pek bir heyecan yaratmıyordu. Çünkü iki üç yılda bir giderlerdi izine. O da bağ bahçe, ev falan almak için. Nadir abi iş yerinde de çok uyumlu bir iş arkadaşıydı. Kimselerle bir sorunu, kavgası olmazdı. Ama son zamanlarda onu çok düşünceli görüyorduk. Bir derdi vardı Nadir abinin. Ağzını bıçak açmıyordu. Nihayet bir gün yemek arasında bizim Hasan konuşturmayı başarmış.

- Kız kardeşim üç çocuğunu alıp, Almanya'ya gelmek istiyor.

- Allah allah o nasıl olacak? haydi bir başına olsa, gelsin senin yanına. Nasılsa bir iş bulunur ama üç çocukla kimse bir yere sığmaz.

Nafiz abi derin bir of çekmiş. Bir sigara yakıp, bir süre susmuş.

- Olmuyor Hasan. Tek başına da olsa, bizim eve sığmıyor işte.

- Ne düşünüyorsun? Yani kardeşinin kocası yok mu?

O diyor.

- Kocası yok.

- Yani iş sana düşüyor desene. Peki yenge hanım ne diyor bu işe?

- Hiç konuyu açamadım bile. Onların yıldızı barışmadı.

- Zor be, Nafiz abi.

- Sen olsan ne yaparsın?

Hasan başını kaşıyıp, biraz düşündükten sonra isteksizce bir şeyler söyledi.

- Bizim Heim'in "lojman" sokağında bir restoran var. Oranın sahibi duyduğuma göre her sene bir kaç tane turist getirip, onları işçi yapıyormuş ama çok az para verirmiş.

- Kalacak yer de verir miymiş? Restoranın çatı katında erkek kadın bütün çalışanların kaldığı odalar varmış. Ama bilmem sana uyar mı? Sonra çocukları oraya getiremez o kadıncağız.

- Neyse canım işçi olsun da gerisine bakarız. Bir sene dişini sıkar artık. İşten çıkınca seninle oraya bir uğrayalım. Hem senin Almancan daha iyi. Bana tercümanlık yaparsın. Valla bu iş olsun, kız kardeşimin iki maaşı kadar parayı sana ben vereceğim. Haydi göreyim seni aslanım. Bir kaç gün sonra Nafiz abi rahatlamış gibiydi. Kız kardeşinin işi olmuş, restoran sahibi gelsin bir sene yarım maaş ile bende çalışsın sonra işçi yaparım. İstediği yere gider demiş.

Trenle gelmiş kız kardeşi. Nafiz abi birden hasta olmuş ve karşılamaya gitmemiş. Bizim Hasan almış onu istasyondan. Doğru restorana götürüp bırakmış. Aslında çatık kaşlı ve aksi görünüşlü olan patron gözünün ucu ile şöyle bir bakmış. Mutfağa götürüp, bulaşıkları göstermiş. Senin işin bu demiş. Durmadan dönen bulaşık makinesi, dolup dolup boşalıyor, başında çalışan genç adam, yüzünden süzülen terleri bile silmeye vakit bulamıyormuş. İlk anda genç kadının gözü korksa da geri dönüş olmayacağını bildiği için, anladım manasında başı ve elleri ile bir hareket yapmış. Serviste çalışan bir kadın kalacağı 20 metre karelik odayı göstermiş. Müşterek iki tuvalet ve iki duş varmış. Biri kadınlar biri erkekler içinmiş. Kız kardeş böylece işe başlamış. Nazif abi o günden sonra bir daha hiç ondan bahsetmiyormuş. Ama demek ki bir derdi daha olmalı ki, eski neşesinden de hiç eser kalmamış.

BİR YIL SONRA

Hasan, bir yıl sonra kız kardeşle Türk Başkonsolosluğu'nda karşılaşmış. Kadın sanki Almaya da 10 senedir yaşıyormuş gibi son derece modern ve güzel giyinmiş. Baş örtüsünden dışarı çıkan örgülü saçlarını kestirip, başını açmış. Güzel güzel gülümsüyormuş. Yanında da patronu varmış. Hasan'ı görünce selam vermiş. Ayak üstü konuşmuşlar. Meğer patronu ile evleniyormuş. Nikah işlemleri için gelmişler.

- Hem şaşırdım hem memnun oldum diyeyim. Keşke bir Türk ile evlenseydin. Malum bizde Alman ile evlenen kadınlar...

- Anladım Hasan bey anladım. Çocuklarımın babası olan şerefsiz adam sözünü tutsaydı böyle olmazdı.

- Kusura bakma , Ben tabii sizin durumunuzu bilemem.

- Nasıl yani, Nafiz sana anlatmadı mı?

- Yok sizin hakkınızda hiç bir şey söylemedi.

- Karısından korkar söyleyemez.

- Gelin görümce aranızın iyi olmadığını o nedenle kız kardeşine sahip çıkamadığı için üzüldüğünü söylemişti.

- Hah hah haaa… Kız kardeş öyle mi? Ay sen bizim meseleyi hiç bilmiyorsun. Dur ben sana kısadan anlatıvereyim. Bu Nafiz ile karısı bir yıla yakın ayrı kalmışlardı. Kadın iki de bir babasının evine gidermiş. O zamanlar bir çocukları vardı. Nafiz boşanmaya karar vermiş. Ben de o zamanlar babamın evinde kızım. Seni alıcam, onu boşaycam diye beni kandırdı. Bizimkiler de eskiden hükümet nikahı mı vardı. Kıyalım hoca nikahınızı, kurulsun yuvanız dediler. Emanet gelinlikle biraz düğün dernek yapıldı. Ben gelin gittim. Zaten hemen hamile kalmışım. Çok geçmeden nikahlı karısı geldi oturdu. O beni istemez, ben onu istemem. Neyse bizim evlerimizi ayırdılar. Ben bir çocuk doğurdum, üç ay sonra bir çocuk da karısından oldu. Benim çocuk, benim nüfusuma yazıldı. Nafiz, hala bana bu çocuk da biraz büyüsün onu boşayacam, seni alıcam diyor.

- Eeee sonra? Yani sen şimdi Nafiz abinin karısı mısın?

- Üçüncü çocuktan sonra anladım ki, ben onun hiç bir şeyi değilmişim. Bu arada karısı da üçüncü çocuğu doğurdu. Nafiz, beni gene kandırdı. Almanya'ya gideyim seni alıcam, karımdan boşanıp, sana nikah yapıcam dediydi. Ama beni değil, karısını aldı yanına. Üstelik de bize beş kuruş para göndermiyordu. Babamın yanına taşındık. Bir gün kafam kızdı ben buna bir mektup döşendim. Sen bizi arama sorma, beş kuruş para gönderme, ben pasaportumu çıkardım. Gelip oraya seni de karını da rezil edeceğim dedim. Sonrasını sen biliyorsun.

Getirdi buraya, çok geçmeden gene başıma tebelleş olmaya başladı. İş yerime geliyor, kavga ediyorum. Kovuyorum. Ben artık ayağımı buraya atmışım. Yatacak yerim, yiyecek ekmeğim var. Kazandığımı da çocuklarıma gönderiyorum. Nafiz'in canı cehenneme dedim. Aradan altı ay kadar zaman geçmişti ki, patronumun dikkatini çekmiş, onun gelmeleri, benim kovmalarım falan. Çat pat da Almanca öğrenmeye başlamıştım. Bir gün işten sonra oturttu beni karşısına sordu. Ben de ondan üç çocuğum olduğunu ama onun başka bir kadınla evli olduğunu falan anlattım. Anlatırken ağlamışım, halbuki hiç ağlamazdım. Çocuklarımı çok özlediğimi, burada işim bitip de normal maaş ile bir başka yere başlayınca, çocuklarımı yanıma almak istediğimi anlattım. O sert adam birden sanki pamuk gibi oldu.

- Zamanında benim babam da annem ile evlenmemiş. Ama bu ne benim ne de annemin suçuydu. Yaşadıkların için kendini suçlamana gerek yok, dedi.

Doğrusu patrondan bunu beklemezdim. O geceden sonra sırdaş ve arkadaş olduk. Aylıklarımı yarım değil tam vermeye başladı.

- Bir gün, büyük bir evim var. İstersen benim yanıma taşın. Hem çocukların için de büyük yerimiz var. Bak baştan söyleyeyim. Benim karım Amerikalıydı. Uzun yıllar önce boşandık. O çocukları alıp memleketine döndü. Yani ben bekar bir erkeğim. Deneyelim bakalım. Sen de istersen evleniriz, dedi.

Ne yalan söyleyeyim hiç fazla düşünmedim. Attım kendimi adamın villasına. Onun çocuklarından kalma çocuk odaları falan mis gibi duruyormuş. Bir temizlik yaptım, yepyeni oldular. İki ay önce çocuklarımı getirdim. Şimdi de evlenmek için müracaat etmeye geldik.

- Vay, iyi aile babası Nafiz abi vay! Eh ne diyeyim bacım. Sizi allah mesut etsin!

- Edecek inşallah, Hasan kardeş. Ne demişler, son gülen, iyi gülermiş...

Sabriye CEMBOLUK

Bakmadan Geçme