KIVILCIM YAKMAK VEYA OSMANLI TOKADI

Dedelerimizin obası vardı. İmansız ve cibiliyetsizlerden eser yoktu. Cemaatleri ve kitapları tekti. Kanaat önderi, sözünün eriydi. Mescit ve köy odası birdi. Her akşam meclis yeriydi. Kırmızı veya altın sırmalı beyaz kuşaklılarımız birlik içinde yaşıyordu. Bu, her yerde aynısıydı. Kapılarımızda kilit bulunmazdı. Gönüllerimizde de...

KIVILCIM YAKMAK VEYA OSMANLI TOKADI


Dedelerimizin obası vardı. İmansız ve cibiliyetsizlerden eser yoktu.

Cemaatleri ve kitapları tekti. Kanaat önderi, sözünün eriydi.

Mescit ve köy odası birdi. Her akşam meclis yeriydi.

Kırmızı veya altın sırmalı beyaz kuşaklılarımız birlik içinde yaşıyordu.

Bu, her yerde aynısıydı.

Kapılarımızda kilit bulunmazdı. Gönüllerimizde de...


Ama ateşimiz söndü.

Kavdan çıkan minnacık bir kıvılcıma bile muhtaç

duruma düştük.

Ateşimizi yeniden yakmalıydık.

Aşımızı ve somunumuzu pişirmeliydik.

Aleve doğru üşümüş ellerimizi uzatıp ısınmalıydık...

Zordu kıvılcımı yakmak, ateşi yeniden tutuşturmak.


Eskiden kav çakmağı vardı.

Kav, yaşlanmış ağaçların gövdesinde bulunurdu.

Bir tencerede, yüzü sert, içerisi yumuşak cismi,

meşe külü ile beraber fokur fokur kaynatıyorlardı.

Kurutulmuş halinden, küçük parçacıklar koparılır

ve bunları dedelerimiz, özel kese içerisinde ceplerinde taşırdı.

Ateş kıvılcımını yakmak meşakkatliymiş...

Kav; ateş, çakmak taşı ve kıvılcım demekti.

Hayat demekti...


Bir de evlerimizin önünde ayak taşı vardı.

Ona, bismillahsız ayak sürülmezdi.

Haramzadeler içeriye giremezdi.


Eski sarayların cellat taşı korkutucu.

Boyana'daki ise dehşet verici. Kan emici...


Bir de değirmen taşını bilirim ben.

Tıpkısı gibi dönenler bizleri usandırdı.

Onları da bahar temizlik ateşine vermeliyiz...


Hala sadaka taşına özendirilmekteyiz.

Ama biz el avuç açmayız ki?


Akıncı soyundanız.

Bir kere Tuna'da atımızı sulamışız.

Bizden olmayanın ense köküne

sağlam bir Osmanlı tokadı indirmeyi biliriz...


Mümin TOPÇU



Bakmadan Geçme