KIRIÇİMLİ TÜRKLER – 3.

1955'li yıllarda Bulgaristan Türkleri tabiri caiz ise altın çağlarını yaşadılar. Türklere kültürel açıdan pek çok haklar verilmişti. Türkçe kitaplar basılıyor. Türk liseleri açılıyordu. İptidai(ilkokul), rüştiye(ortaokul) ve liselerde Türk öğretmenler tarafından Türkçe tedrisat yapılıyordu. Sofya'da Bulgar Bilimler Akademisi bünyesinde Türk Filolojisi bölümü vardı. Türkçe gazeteler, mecmualar, dergiler hatta 45'lik plaklar basılır ve yayınlanırdı. Şumnu, Razgrat ve Hasköy'de 1952-53 yıllarında üç 'Türk Estrad Tiyatrosu' vardı. Aynı yıllarda, Kırıçim Türkleri amatör folklor ekibi oluşturuldu.

KIRIÇİMLİ TÜRKLER – 3.

Nazi Almanya'sının Avrupa'da başlattığı yayılmacı politikadan cesaret alan şovenist hükümet taraftarı Bulgarlar, bunu fırsat bilerek, Türkleri yok etme planları yapmaya başlamışlar. Almanların Bulgar topraklarına girip Türkiye Cumhuriyeti topraklarına yöneldikleri bir günün akşamında, Kırıçim'in ırkçı Bulgarları ve 1915'de Türkiye'den kaçıp Bulgaristan'a sığınan Ermeniler (Bursa'dan gelip kasabamıza yerleşenler), hükümetin teşviki ile Türkleri yok etmeye karar vermişler. Katliama hazırlanmışlar. Bıçaklarını bilemişler, tüfeklerinin bakımını yapmışlar. Ailelerini de, Karşı Mahalleye (Bulgar mahallesine) toplamışlar ki, masum Türklerin çığlıklarını feryatlarını duyup, etkilenmesinler diye!

Sinsi planı hazırlamışlar ama, vicdanlı bir Bulgar, durumu dostu olan bir Türk'e söylemiş, tedbiri elden bırakmamalarını tembih etmiş. Uğursuz, kalleş plan ağızdan ağıza kasabada Türkler arasında yayılmış. Kırıçim Türkleri imkânlar ölçüsünde gerekli önlemleri almışlar. Gelişen bazı politik sebeplerden dolayı ırkçı şoven gruplar amaçlarına ulaşamamışlar, ama hırslarından, kinlerinden toplandıkları evlerin kapılarını, duvarlarını kasaturalarla delik deşik etmişler. Kırıçim Türkleri o uğursuz geceyi hiç unutmazlar "Kara Gece" olarak hatırlarlar.

8-9 Eylül 1944 günü General Tolbuhin'in komutasındaki Sovyet orduları Dobruca'dan Bulgaristan topraklarına girmesiyle rejim değişikliği oldu. Bulgaristan, Sovyetler Birliği'nin arka bahçesi gibi oldu. 1956 yılında Anton Yugov azledildi, yerine Todor Jifkof getirildi. O, "azınlıkları nasıl asimile edebilirim, özel mülkiyete nasıl el koyabilirim." düşüncesi ile hareket etti. Asimilasyona önce Makedon asıllılardan başladılar. Cemiyetlerini kapattılar, tüm faaliyetlerini durdurdular. Büyük İskender'i bile Bulgar tanıttılar. 1972 yılında Türkçe konuşan romanları (çingeneleri), ardından İslâm dinine çok bağlı olan, asılları Hun, Peçenek Kuman Kıpçak bakiyesi Türklere dayanan Pomak Türklerini asimile etmeye başladılar. Güya Pomaklar, asırlar önce Bulgar'mış da Osmanlılar bu topraklara egemen olunca, onları zorla İslâmlaştırmış ve Türkleştirmiş. Pomakları Bulgarlaştırma girişimin de evveliyatı vardı. İlk denemeleri 1912 yılında Batı Rodoplar'da Pirin yöresinde başlamış. Papazlar bölge insanına domuz eti yedirmiş, şimşir dalı ve su kutsamasıyla Bulgarlaştırmaya başlamışlar.

Coğrafi adlar da Bulgarlaştırılmıştı. 1934 yılında Kimon Georgiev hükümeti; yer, dağ, dere, tepe isimlerini Bulgarca yapmış. 1965 yılı nisan oturumunda Bulgar Komünist Partisi, azınlıkların giyim kuşamı konusunda karar almış, ferace, şalvar, potur gibi giysiler yasaklanmış.1959'da Türk okulları kapatıldı, Türkçe eğitim- öğretim yasaklandı.

Asimilasyon en son Türklere dayandı. 1984-85 yılları kışında baskı ile silah zoru ile, tanklarla Bulgar isimleri almaya zorlandılar. Daha önceki yıllarda da, bağ, bahçe, tarlalar güya gönüllü olarak TKZS'ye (kooperatife) bağışlatıldı. Malını mülkünü teslim etmeyenler, belge imzalamayanlar zor günler geçirdiler. Kasabamda bazı trajikomik olaylar da yaşandı. Mesela Kahyaoğlu İsmail Ağa, yakalanmamak için 8 gün evin ekmek fırını içinde yatıp kalkmıştır. Pişiklerin Hasan Ağa, hanımı Fatma yengenin feracesini, şamisini (başörtüsü) giymiş olarak gardıropta saklanırken yakalanıp, belediyeye götürülmüştür. Gelirleri ile cami bakım ve onarımlarını katkı yaptığımız tarlalarımız (vakıf mallarımız) vardı, onlar bile devletleştirildi. Şehirlerde ise, fazla mülkü olanların mülklerine el kondu. Sosyalist rejimin de, bir öncekinden farkı yoktu. Şarkının güftesi aynı, melodisi değişikti.

1930 yılında Türk ilköğretim ve Rüştiye okulu açıldı.1960 yılında Türkçe yasaklandığı için Bulgarca tedrisata geçildi. 1990'da o okul yıktırıldı.

Mehmet Rüstemoğlu (annemi, babamı ve beni de okutmuştu. Okulumuzun en az 40 yıllık ulu çınarı idi. Mehmet Rasimoğlu (Okul müdürlüğü de yaptı) oğlu Nejdet Rasimoğlu, Salih Mutafoğlu, Mustafa Güllü(Delimehmetoğlu), Cumabalalı(Yukarı Cumalı), Hanife İşler( Şimdi İzmir Şirinyer' dedir) Ahmet Üzeyir, Fatma ve eşi Yörüklü (Borimeçkovolu) Necat, Hasan Alikoç, Leyla Mertekçi, Mehmet Memoğlu ve eşi Melek Hanım, Şair Recep Küpçü, İlyas Özkan ve daha birçokları.

1936'lı yıllarda Türkiye'den gelip öğrencilerine Turancılığı (Türkçülüğü) aşılayan Baki Efendiyi de unutmamak lazım. Vefat edenlere rahmet sağ olanlara sıhhatli uzun ömürler dilerim.

Kasabamızda bir çok ünlü insan da çıktı. Hayriye Memoğlu var, Türkiye'de Profesör Hayriye Yenisoy olarak bilinmektedir. Türk edebiyatına, kültürüne büyük hizmetleri dokundu. Emil Boev (Gagavuz Türklerindendir). Kırcaali'de okuduğum yıllarda Türkçe öğretmenim idi. Onunla beraber yöremizin türkü, şarkı, mani vs. hakkında araştırmalar yapıp kitap yazmışlardır.

1955'li yıllarda Bulgaristan Türkleri tabiri caiz ise altın çağlarını yaşadılar. Türklere kültürel açıdan pek çok haklar verilmişti. Türkçe kitaplar basılıyor. Türk liseleri açılıyordu. İptidai(ilkokul), rüştiye(ortaokul) ve liselerde Türk öğretmenler tarafından Türkçe tedrisat yapılıyordu. Sofya'da Bulgar Bilimler Akademisi bünyesinde Türk Filolojisi bölümü vardı. Türkçe gazeteler, mecmualar, dergiler hatta 45'lik plaklar basılır ve yayınlanırdı.

Şumnu, Razgrat ve Hasköy'de 1952-53 yıllarında üç “Türk Estrad Tiyatrosu” vardı. Aynı yıllarda, Kırıçim Türkleri amatör folklor ekibi oluşturuldu. 1967'de öncülüğümde kasabamız Kırıçim Türk Heveskârlar (Amatör) Folklor ekibini oluşturduk: yöremizde Türklerin yoğun olduğu yerlerde konserler verdik. Koromuza yardımcı olanları ve arkadaşlarımızı sevgi ve saygı ile anıyorum. Ben, Paşalı Ahmet amca, Nejdet Rasimoğlu, Mehmet Çardaklı, Hasan Sertel, Bekir Çavuşların Ayten ve daha birçokları ekibimizde yer almıştı. Türkçe eğitim ve kültür faaliyetlerini 1959'da bitirdiler.

Bulgaristan Dışişleri Bakanı İvan Başev ile Türkiye Dışişleri Bakanı Sabri Çağlıyangil arasında imzalanan Serbest Göç Anlaşması, parçalanmış Türk ailelerinin, akrabaların birleştirilmesini amaçlıyordu. Göçün; 1968-78 yılları içerisinde gerçekleşmesi kararına varılmıştı. Bizler de bu anlaşmadan yararlanıp, Anavatan Türkiye'ye gelmenin çaresini aradık.

Dedemin babası Küçükmehmet, 1907'de Bursa'ya göç amaçlı ön araştırma yapmak için gitmiş. Çeltik köyünde tarlalar almış. İleriki yıllarda Bursa'ya göç edip, yerleşme planları yapmış. Mülk edindiği tarlaları yakınlarına, icara (ortakçı) verip, memlekete geri dönmüş. Ama, işleri planladığı gibi gitmemiş. Beş yıl sonra Balkan Savaşları (1912-13) çıkmış. Balkan Savaşlarının yaraları sarılamadan, Birinci Dünya Savaşı (1914-18) patlak vermiş. Bu savaşın cephelerinden biri 1915'de Çanakkale'de olmuş. Milletimizin ölüm kalım savaşı verdiği bu harplerde, tabii ki dedelerimiz ‘vatan görevi kutsaldır', diyerek, cepheden cepheye koşuşturmuşlar. Hâsılı büyük dedem, kolladığı göç için uygun bir zamanı o yıllarda bulamamış. 1937'de Küçükmehmet vefat etmiş. Bu defa oğlu dedem Mustafa Bursa'ya gelmiş. Malı mülkü kendi üzerine geçirmiş. Arazisini icara verip, “Ben gelinceye kadar çalışırsınız, gelince üzerime alırım” deyip Kırıçim'e geri dönmüş. II. Dünya Savaşı (1939-45) çıkınca dedem Mustafa'nın da göçü mümkün olmamış, o da 1949 yılında memlekette ölmüş.

Babamlar, 1951'deTürkiye'ye göç etmeye teşebbüs etmişlerse de, bir süre Türk- Bulgar sınırı kapandığından yine başaramamışlar. Yine demir perde yüzlerine kapanmış.

Bursa'daki akrabalarımızdan birileri, 1957'de kadastro geçmesini fırsat bilip yalancı şahitler bularak, dedemin arazisini üzerine geçirmiş. Aldığı vekâlete ihanet etmiş, arazileri kendi üzerine geçirmiş.

1968 göç anlaşmasından yararlanıp Türkiye'ye göç etmeye karar verdik. Bursa'daki akraba grubumuzdan istekte bulunmalarını rica ettik. Bizlerin talebi üzerine onlardan birisi ( ismi lazım değil) sözde davette bulundu ama, sözde diyorum çünkü gelmememiz için elinden geleni ardına koymadı. Bizleri karalamak için, “Komünist partisi sempatizanı”, iftirasında bulunmuş. Türk Emniyetine ulaşan davet dilekçenin üzerine kırmızıçizgi çekilmiş, sakıncalı kişi damgası vurulmuş. Akrabalarımızın Bursa'ya göç etmemizi neden istemedikleri belli idi. Çünkü bizler Bursa'ya gelince dedemin malının hesabını soracağımızı, mahkemelerde hakkımızı arayacağımızı gayet iyi biliyorlardı. Zaten, biz de bir yolunu bulup geldiğimizde, malımıza sahip olmak için hukuki mücadele verdik, fakat bürokratik engelleri aşamadık, davayı kaybettik.

Neyse, hikâyemize devam edelim. Türkiye Cumhuriyeti Filibe Başkonsolosluğu'nda bir türlü işlemlerimiz bitmiyordu, bizlere Türkiye'ye kabul vizesi verilmiyordu. Bizler de birçok kez konsolosluk kapısında bekleyip, işlerimizi tamamlamak istiyorduk. Üst katlarda yaşayan bazı Bulgarlar, Türk Konsolosluğu'nda işlem yaptırmak isteyen Türklerin giriş-çıkışlarına engel olmak istiyorlardı. Şöyle ki, önceden, sıra numarası alırdık, numaramızı takip etmek için bina önünde beklerken Bulgar fanatiklerin sözlü ve fiili saldırılarına uğrardık. Üzerimize kaynar su döküldüğü, haşlandığımız bile olurdu. Sivil Bulgar istihbaratçıları da bizlerden istihbarat elde etmek için bina çevresinde cirit atıyorlardı; baskı, korkutma, caydırma için ellerinden geleni yapıyorlardı. Konsolosluk binasının çevresinde durmamıza bile fırsat vermezlerdi. Girip çıkanları da gizlice ‘aralarında neler konuşuyorlar' diye dinlerlerdi. Bir kısım Türklere hiç zorluk çıkarmadıkları gözden kaçmazdı.

Bir gün bana Filibe TC Başkonsolosluğu'ndan bir zarf geldi. İçindeki yazıda Türkiye ye varacağımız yerin adresi ve kişi adı isteniyordu. Bunun için bir hafta süre verdiler ‘göç edeceğiniz adresi bildirin', diye. Allah başka bir fırsat karşımıza çıkardı. Amcamın gelini Nazife'nin halası İzmir- Tire'de, (şimdi merhum) 90 yaşındaki Fatma Aktar Nine, bize istenilen noter tasdikli davetiyeyi gönderdi. Allah kendinden razı olsun, fırsat bulursam Tire'ye gidip mezarını ziyaret edeceğim. Ben de, bu belgeyi 21 Haziran 1976'da konsolosluğa ilettim. Kendisi davetiyeyi yaptırıp gönderirken görevliler kendisine bazı sorular sormuş. “Bu yaşta nasıl göçmenlere bakacaksın!,” diyen emniyet görevlilerine: “Ben ne yer içersem onlar da ondan yer içer. Bir tas çorbamı, bir parça ekmeğimi onlarla paylaşacağım” diyerek karşılık vermiş. Fatma Ninenin adresini verdik, sayesinde Filibe Emniyet Müdürlüğü'nden amcam, babam, kız kardeşim, 20 nüfus için Bulgaristan'dan çıkış ve Türkiye'ye de giriş izni aldık. Önceleri kız kardeşim de problem çıktı, ama konsolosluktaki yardımsever bir memur sayesinde sorunu hallettik.

Türkiye'ye göç edeceğimiz anlaşılınca, ben ve eşim dahil, öğretmen, mühendis, doktor 45 kişiye ellerine sarı zarfı tutuşturdular, bir gecede işten kovdular... Bir yandan da: eğer göçten vazgeçerseniz, işlerimizin başına dönebileceğimiz fısıldandı, kulaklarımıza. Kış kıyamette işsiz kaldık. Bulgaristan İş kanununa 31. Maddesinin “v” bendine göre, beceriksizlik gerekçesiyle işimizden atıldığımızı söylediler. Daha önce becerikli iken, yani birçoğumuzun takdir, teşekkür belgeleri var iken, bir gecede politik sebeplerden beceriksiz olmuştuk. Kayınpederimin desteği ile o kışı geçirdik.

Kovulduğumuz o gece 5 arkadaş, Alibaba İsmailler'de kirada oturan Üstünalı Doktor Melek Hanım'ın evinde gizlice bir araya gelip durum değerlendirmesi yaptık, T.Jivkof'a durumumuzu bildiren bir mektup yazmaya karar verdik. Hemen hazırladık, iadeli taahhütlü olarak Filibe Merkez Postanesi'nden gönderdik. Aynı gün de aynı kişiler Hotel Trimonsiyon yanındaki camlı parti binasına vardık. Bir süre sonra Partiye cevap geldi. Bizleri üç hafta sonra kasabamızın kültür evinde topladılar. Toplantı epey tartışmalı geçti. Nasıl bir günde beceriksiz olduğumuzu sorduk. İki ülke arasında göç anlaşması olmuş. Ceremesini niye halka yüklüyorsunuz? Türk okulları niçin kapatıldı? Cenazelerimizin Bulgar adetlerine göre gömdürülmesi, dilimize yasak getirilmesi gibi konuları gündeme getirdik. Yetkililer cevap vermekte zorlandılar. Bir görevli: “Sizler Türk değilsiniz. İşte görüyorsunuz ki, Türkçeyi bile doğru dürüst konuşamıyorsunuz.” Dedi. Ben, hemen cevap verdim: “Türk okullarını kapattınız. Bu insanlar dillerini nerede, nasıl öğrenecekler. Gramer(dilbilgisi) okumadığımız için böyle konuşuyoruz”, dedim.

Beni partinin adamları, ajanları takibe almış. Her hafta hakkımda komünist partisine rapor vermişler. Arkadaşlarımdan biri Parti defterinde benim hakkında verilen gizli raporları görmüş, okumuş. O günkü konuşmamı ve diğer konuşmalarımı, bana bir bir anlattı. Örneğin: Kırıçim'de sabah ezanı yasaklanmıştı, bir parti yetkilisine sormuştum, “niçin yasakladınız” diye. Biri şikâyetçi olmuş; “Rahatsız oluyorum, uykum bölünüyor” diye. Bu şikâyet üzerine sabah ezanının yasaklandığını öğrendim. Bu konuşmam bile çarptırılmış raporda. Şöyle bildirilmiş muhbir vatandaş: “Korkmayın! Hepiniz Türkiye'ye göç ediniz! Benim orada fabrikam var, sizlere iş vereceğim” gibi yalan bilgiler verilmiş. Eğer Türkiye Cumhuriyeti Filibe Başkonsolosluğu ile irtibata geçme kararı alsaydık, gitseydik belki de Belene Kampı'na sürgüne bile gönderilirdik.

O toplantıda bizlere iş verebileceklerini, ancak her işte çalışamayacağımız bildirildi: “Sorumluluk alamayacağınız işlerde çalışabilirsiniz”, dendi. Yani, kasiyer, öğretmen, doktor, hemşire… gibi işlerde çalışamazmışız. Önceden, Kırıçim'de tarım kooperatifinde soğuk hava buzhanesinin meyve sebze kurutma ve ayıklama kombinesinde elktrik bakım sorumlusu (teknikeri) olarak çalıştım. Bu kez ise yakınımızdaki hidroelektrik baraj ve santrallarında çalışmaya başladım. Ama Fanatik Bulgarlar beni işten attırmak için hakkımda birçok dedikodu çıkardılar: Üslerime benim bir ajan olabileceğim, bu stratejik kurumda sabotaj yapabileceğim bile telkin ediliyormuş. Ben almış olduğum terbiye gereği, her ne olursa olsun, ekmeğini kazandığım yer ve kişilere karşı asla ihanette bulunamazdım. 1970-77 arasında, göç ettiğim güne kadar 4-5 yıl kasabamda Hidroelektrik santralinde montaj ve bakım kısmında çalıştım.

Para götürmek yasak olduğu için elimdeki avucumdaki levayı eşyaya çevirdik, para edecek eşyalar aldık. Örneğin porselen yemek takımları, mozaik taşlama makinesi, motosiklet, hatta piyano… Eşyalarımızı bir kamyona yükledik. Kırcaali tren istasyonuna gönderdik. Kasabamızda tren garı varken eşyaları buradan da verebilirdik ama zorluk çıkarma olsun diye Kırcaali'ye gönderiliyordu. Orada, istihbarat da yapan, Türkçe bilen Ermeni Bulgar gümrükçüler vardı. Bizleri dinliyorlardı. Sivil polislere bilgi verip, hoşlarına gitmeyen, kendilerince sakıncalı gördükleri göçmenlerin eşyalarını geri çevirtiyorlardı. Ben, bir bahane ile eşyalarım geri çevrilir mi? Diye korkuyordum, tedirgin bir vaziyette bekliyordum. Eşyalarımızın yarısına yakını geri dönmüştü. Geri kalan eşyalarımızı Edirne'ye gönderdik. Bizler de ardından başka bir trenle Edirne'ye geldik.

Türkiye'ye sınırını geçtiğimizi öğrenince çok duygulandım. Mehmetçiği gördüm. Türk Gümrükçülerini gördüm. Yanımda 5 Kg. nane şekeri vardı, vagon yanaşınca sevinçten pencereden dışarı, avuç avuç fırlattım. Osman Paşa Marşı'nı okumaya başladım. Benimle birlikte kompartımandaki tüm arkadaşlar başladılar söylemeye. Gözlerimizden yaş süzülürken, marşı ayakta söylüyorduk. Muhacir misafirhanesine indirildiğimizde işlemler için bir odaya alındık. 5 dakika bile sürmedi benim işlemim. Çünkü daha önce hakkımda bilgi edinmiş olmalılar ki, bir memur bana: “Hoş geldin barajlar kralı! “ diye hitap etti. Benim Hidroelektrik santralinde çalıştığımı dahi biliniyordu. Sonradan öğrendim ki. Sn. Süleyman Demirel bu unvanla tanınıyormuş, Türkiye'de. Tarih 20 Ekim 1977 idi. Göçmenlik işlemlerimiz Edirne'de yapıldı.

Evet, bizlere memlekette “Küçükmehmet”, “Davutoğlu” lakabı ile hitap ederlerdi. Soyadımızı “Kırıçimli” yazdırdık. Memleketimizin adını torunlarımız, neslimiz unutmasın diye.

Çanakkale yolu ile İzmir'e geçmek üzere Edirne'den kamyon kiraladık. Ezine'den Çanakkale merkeze geçmek için Vapur beklerken eski muhacirlerden 75-80 yaşlarında Hasköylü Mehmet Abi kamyona yanaştı, benimle tanıştı. “Ben de 1950 yılı Bulgaristan muhaciriyim, göçmenliğin ne demek olduğunu gayet iyi bilirim” dedi. Elindeki, leblebi, fındık, fıstık dolu çerez paketini bana uzattı. O kadar duygulandım ki, ifade edemem.

Saat 12.00'de Edirne'den hareket etmiştik, gece 02.30'da İzmir Şirinyer'e vardık. Eşyaları indirtmek için otogardan 4 amele tuttuk, daha önce bizler için kiralanan eve indirttik.

İzmir de 3-4 ay kadar kaldık. Akrabamız sayesinde geçici işler de bulduk. Orada yerleşme imkânımız vardı. Ama eşim, oraya ısınamadı: “ Türkiye'yi gezip görelim, belki yerleşmek için bizlere daha uygun bir yer vardır.”, dedi. Ben de “olur”, dedim. İstanbul, Ankara, Bursa gibi illeri gezdik. Bursa'yı tercih ettik. Çünkü birçok hısım akrabalarımız, Kırıçimli komşularımız Bursa'da ikamet etmekteydi.

Bir fabrikada işe başlamak üzere iken bir yakınımız: “Bursa Belediyesi'nde “Elektrik İşletmesi'nde” teknik elemana ihtiyaç var. Git müracaatını yap” dedi. Başvuru yaptım, kabul edildim, 1978'de Bursa Belediyesi Elektrik İşletmesi'nde işe başladım. 29 yıl elektrik işinde çalıştım, 2004'de emekli oldum. Bulgaristan'da da 15 sene çalışmıştım, toplam 44 senelik çalışma hayatım var.

Bir kız, bir erkek iki evlat sahibiyim. İkisini de okuttum, meslek sahibi yaptım. Oğlum benim mesleğimi seçti. Elektrik teknikeri oldu, kızım ise Avukat. İki de torunum var.

Hayır, gitmedim. Memleketimi çok özledim, taşı toprağı, bağı bahçesi burnumda tütüyor, ama içimde daha evvel yaşanan olumsuzluklar var, acı hatıralar var, çektiğim sıkıntıları tekrar yaşarım endişesi, beni engelliyor. Gitmek içimden gelmiyor.

Bin civarında Türk kalmış beldemizde. 7-8 bini Bulgar, 400-500 civarında Roman varmış.

Türkiye'de 3 bin-3 bin 500 civarında Kırıçimli var. Çoğu, Bursa'nın Kestel İlçesi'nde ve Osmangazi'nin Hürriyet, Adalet, İstiklal mahallelerinde ikamet etmektedirler. Kestel'de Üstünalılar (Ustina) ile birlikte bir dernek kuruldu, fakat yaşatılamadı. Bir kısım Kırıçimliler İstanbul'da Bağcılar, Küçükköy ve Şirinevler İlçelerinde meskûndurlar.

Hemşerilerim ile birçok defa piknik yaptık. Ben sekiz sene Kırıçimliler gününü organize ettim. İş yoğunluğundan devam ettiremedim.

Evet, “Filibe Yöresi Kırıçim Türkleri Geçmişi, Yaşadıkları Ve Gelenekleri” adlı bir kitabı 2011'de, tarihimizi, kültürümüzü kayıt altına alıp gençlerimize, günümüz Türkiye'sine ve geleceğine anlatmak ve yaşatmak amacıyla derledim, kendi imkânlarım ile yayınladım.

Kamuoyuna ulaştırdığım için çok mutluyum.

(Devam edecek)

Yaver KIRIÇİMLİ

Bakmadan Geçme