KATASTROFA
Onun övmekle bitiremediği Deliorman insanı, bir türlü gitmiyordu aklından. Düşün bir kere. Her iki kişiden biri güreşle iç içe yaşayan, her fırsatta güreş tutan, iriyarı adamlardan dem vuruyordu dedesi. Düğünlerde tertiplenen güreş müsabakalarından ve kıran kırana güreşen pehlivanlardan bahsediyordu. Hatta güreşin dünyaya oradan yayıldığına dair bir sürü kanıt gösteriyordu.
KATASTROFA
Özel bir şirketin genel müdürlüğünden emekliye ayrılmıştı Muhsin Bey. İnşaatı yıllarca süren yazlık evini tamamlamış ve kendisinden dört yıl önce emekliliğine kavuşan eşiyle birlikte inzivaya çekilerek, emekliliğin tadını çıkarıyorlardı. Sabah erkenden bahçede çalışmaya başlardılar. Gereken sebzeleri eker, yetişenleri çapalar, otunu temizler, suyunu verir ve öğle sıcağı bastırmadan paydos ederlerdi. İkindi güneşi yakmaz olunca, çevrede ufak bir tur atarak, geriye döner ve akşamın tadını çıkarmak için balkon sefasına dalarlardı. Geçirdiği yaşam serüveninin inişli çıkışlı yolları aklından geçer, senli benli olduğu insanlar gelirdi gözünün önüne.
Doksan üç muhaciri olan ve ömrünü tamamlayıp, öbür dünyaya göç eden dedesinin anlattıklarını hatırlardı bazen. Onun övmekle bitiremediği Deliorman insanı, bir türlü gitmiyordu aklından. Düşün bir kere. Her iki kişiden biri güreşle iç içe yaşayan, her fırsatta güreş tutan, iriyarı adamlardan dem vuruyordu dedesi. Düğünlerde tertiplenen güreş müsabakalarından ve kıran kırana güreşen pehlivanlardan bahsediyordu. Hatta güreşin dünyaya oradan yayıldığına dair bir sürü kanıt gösteriyordu.
Akrabaları arasından nice hakimler, savcılar yetişmişti. Hatta sanatçılar bile çıkmış, bir tek pehlivan çıkmamıştı. Zaman buldukça, Bulgaristan'da kalan akrabalarının izini sürerdi. Geç de olsa bazı bilgilere ulaştı. Selamlar gönderdi, selamlar geldi. Karşılıklı adresler, hediyeler paylaşıldı. Ardından hayırlı haber de gecikmedi tabii. Latif adında, gençten bir akrabası, üç günlüğüne İstanbul'a geliyordu.
Akşam karanlığı bastırmak üzere, misafir kendi arabasıyla geldi. Araba avluya çekildi, misafir içeriye alındı. Karşılıklı oturup sohbete başlamadan önce, Muhsin Bey bir süre akrabasını seyretti. Her şey tahmin ettiği gibiydi. Bir seksen boyunda , geniş omuzlu, şişkin pazulu, tüylü bilekli, otuz yaşlarında, kaba kıyım bir cıvan duruyordu karşısında. Önünde gökten inmiş bir masal kahramanı görüyordu sanki. Koca Yusuflar, Kurtdereli Mehmetler, Hergeleciler geldi gözünün önüne. Onları ağırlasa bu kadar gurur duymazdı. “Anlatıldığı kadar varmış meğer” diye düşündü bir an. “Adama bak, tut kolundan, al götür Kırkpınar meydanına, dik baş pehlivanların karşısına, ötesine karışma. Topunu cebinden çıkarmazsa namerdim!”
Daha fazla sabredemedi, konuşmanın kapısını aralayarak, sordu:
- Latif be, güreş meydanında yendiğin pehlivanlardan bahsetsen biraz.
- Ben pelvannık yapmadım ba dayı.
- Yapmadın mı? Hayret! Hiç güreş tutmadın mı?
- Tutmadım desem yeri. Maalede kendi aramızda güleşirdik ama, alaya malaya çıkmadım ben.
- Tüh yazık!
İlk hayal kırıklığını tatmış bulunuyordu Muhsin bey. Konuyu makul bir zemine çekmek için lafı değiştirdi:
- Yolculuk nasıl geçti, zorlanmadın mı hiç. Burada trafik oldukça yoğundur.
- Yolculuk biraz uzun sürdü, çünkü yolda "katastrofa" vardı.
Ne demek istediğini anlayamamıştı dayısı. Tekrar sordu:
- Yolda ne vardı, ne vardı?
- Katastrofa. Hem de büyük katastrofa. Bir Molotofkayla bir leka kola çarpışmışlar. Milisyalar dvijeniyeyi durdurmuş. Mevere arabalarının burkannarı pustuyannu döneeri. Üç lineyka birden geldii. Sestralar kaçım kaçım. Molotofka yanaarı. Pojarna onu kaçırmaa çalışaarı. Şiforun karısı korkudan bezsaznaniye olmuş. Onu öptüler möptüler, izkustveno dişane yaptılar. Kocası başucunda nervna kriza geçireeri. Oradan sluçayno geçen bir lotaryacıya da çarpmışlar. Kafasına bir prevrazka yapıp onu sepetlediler. Bir karışmalık oldu ki nas annatsam. Bir buçuk saat pikoror beklediler, gelsin baksın deye…
Durdum durdum, dedim bu iş durmayla olmaycak. Atladım arabaya, bastım startere, zadnaya verip çıktım opaşkadan. Tarla içinden dolanayım dedim, banketten geçerken araba zakasa yaptı. Tekerleen biri kanafka'da kaldı. Gaza basınca zadna gumalar başlamasın mi boksuva yapmaa. Izlaga olmak işten bile diil. Hele, bir çalımına getirip kurtuldum kanavkadan. Tarla içinden aydaya aydaya katastrofa yerini dolanıp çıktım asfalta. Bi baktım, önümde bir tır kamyonu, bayırı tutmuş avır avır gideeeri. Beklemedim, bir ostır zavoyda geçtim onu. Öbür zavoyda da katacılar varmış. Durdurular. Knijkayla slujebnayı istediler. Verdim. Meesem önceki zavoyda znak varmış,izprevarva yapmak zabranenmiş. Ben onu absolütno görmemişim. Naruşeniye yapmışım kokoytu. Katacılar da bunu beklermiş zatı. Bana akt yaptılar. N'apaamı şaşırdım. Başladım molâ çekmeye: “A be durgari starşina, bir proşka yapın bana, bitta yapmam,” dedim. Başka devletten gelmiş yabancı mı sandılar, yoksa yüreklerine merhamet mi yörüdü bilemem, “Sen zaten bulmuşsun cezanı, hadi git yoluna” dediler de paçayı kurtardım...
Biraz önceki masal kahramanı gibi gördüğü akrabası konuştukça, Muhsin Bey'in gözünde ufalıyordu. “Keşke alaya çıkıp şansını bari deneseydin,” demek geçti içinden, ama caydı.
- Latif, dedi, sen memleketinde ne iş yapardın?
- Ben çok iş deniştirdim ba dayı. Tokçuluk yaptım, tekesede ızvanotluk yaptım, gutvaçlık yaptım, baçonkacılık yaptım, pastirlik yaptım, furajirlik yaptım. Ama iki seneden beri kundokturuluk50 yapaarım.
- Doktorluk mu dedin?
- Hayır, reyislerde belet vereerim.
Muhsin Bey'in beklentilerinin suya düştüğü aşikardı. Yine anlayamamıştı misafirin dediklerini. Bu defa lafı eğmedi, bükmedi:
- Latif, dedi, dedem oradaki yaşantısını anlatırken ara sıra Bulgarca deyimler kullanırdı. Onlardan aklımda bir satır kalmış.
- Neymiş o ba dayı?
- Mahni se ot tuka!
Defol git buradan, anlamına gelen bu sözler karşısında, Latif'in morali birden altüst oldu. Yüzü kızardı. Bir şey söylemek istedi, söyleyemedi. Dili tutulmuştu sanki.
Dayısı, elini Latif'in omzuna koyarak:
- Boş ver böyle işlere, gel salona geçelim de bir şeyler atıştıralım. Uzak yoldan geldin. Yorulduğun her halinden belli. Sonra biraz sohbet eder, yatıp dinleniriz.
Dayısının sözlerinden bilmem bir şeyler anlayabildi mi Latif? Anlamasa bile, zaman o işi halledecekti. İleride öyle olaylarla karşılaşacaktı ki, geç de olsa her şeyin farkına varmış olacaktı.
Fehim KERVANCI,
Bursa