KARTALLARIN ÖZGÜR UÇUŞUNA ÖZENTİ

Kendimi gerçek Atatürk'çü bir vatansever olarak tanımlayabilirim. Bir kere Atamızın ilkeleri ile terbiye edildim. Her zaman göçmen camiası ile de iç içe oldum. Göçmenlerin Türkiye'deki başarıları ve az bir zaman içinde toparlanmaları beni her zaman mutlu etmiştir. Ne yazık ki, bizim sivil toplum kuruluşlarımız daha ileriye giderek, ülke bazında bizlere daha sağlam bir zemin kazandıramadılar. Bulgaristan'da yaşayan kardeşlerimiz için de aynısı geçerli. Bizler, aramızdaki birlik ve beraberliği sağlayamadığımız müddetçe, yaşadığımız sorunların üstesinden biraz zor geleceğiz.

KARTALLARIN ÖZGÜR UÇUŞUNA ÖZENTİ


*Ürpek köyünün iki sülalesi meşhurdur - Manaflar ve Koçancılar. Bu sohbetimizi Manaf Mustafa'nın torunu Abdurahman beyle gerçekleştiriyoruz, kendisi Bursa'nın tanınmış simalarından ama her zaman Ürpek gızanı olduğunu gururla belirtir.

*Dürüstlüğünün ve açık sözlülüğünün yanı sıra, kendisi düşünen, zeki ve yaratıcı bir kişiliğe sahip. Ayrıca bir çok çağdaş düşünceye gebe ve herhangi bir gericiliğe asla taviz vermeyen atak bir tip.

*Örnek olarak Bursa'daki ilk köşkün sahibi Ali Riza Paşa'dır ve kendisi bizim Ürpek doğumludur. Hatta, bizim akrabamız bile olur. Günümüzde Atatürk Köşkü adını taşıyan binanın eski sahibi işte bu paşamızdır.

* Azimli ve ciddi çalışmalarım sayesinde, zaman içinde iş sahalarımı büyüttüm. İşten ayrıldığımda, çocuklarıma 2000 metrekarelik büyük bir fabrika bıraktım. “Gülden Endüstriyel Soğutma A.Ş.”, artık ülke bazında yer edinmiş belirli bir marka ve soğutma makinaları üreten fabrikaların en önde gelenlerindeniz.


Bizim dağın gızanları güçlü ve iri kıyımlı olur. Biraz kabadırlar ama aslında yufka yürekli ve yamandırlar. Ne de olsa dağ çocukları işte. Hem de en ücra bölgesinden. Toprağı kıt ve çorak, taşlıkları bol, yamaçları dimdik, daracık patika yolları uzun ve yorucu. Ürpek dağları ve sahipsiz kalmış Hotaşlı köylerinin bulunduğu, Küçük ve Büyük Arda nehirlerin kıyılarının birleştiği, dünyanın öbür ucundan bahsediyorum. Rodoplar'a, patatesin ve domatesin girdiği ilk yıllar.Hiç düşündünüz mü, sadece bundan bir asır önce bu yöre insanı ne yiyip, ne içiyormuş? Halbuki, atalarımız ise o topraklara bundan 700 yıl öncesi yerleşmiş. Herhalde bunu at üzerinde ve keçi sürüsü eşliğinde yapmışlardır. Bu dağın suyu ve kayalıkları bol. Eskiden bir şinik ekmek unu İskeçe, Gümülcüne veya Eski Zağra ovasından getiriliyormuş. At, eşek veya insan sırtında. Gidip getirmezsen, açlığa mahkumsun... Ürpek köyünün iki sülalesi meşhurdur - Manaflar ve Koçancılar. Bu sohbetimizi Manaf Mustafa'nın torunu Abdurahman beyle gerçekleştiriyoruz, kendisi Bursa'nın tanınmış simalarından ama her zaman Ürpek gızanı olduğunu gururla belirtir. Artık kendisini emekliye ayırmış bir iş adamı ve sevgili eşiyle dünyayı gezip dolaşmakta. Cemiyet hayatımızın çeşitli göçmen derneklerinde yöneticilik yaptı. Dürüstlüğünün ve açık sözlülüğünün yanı sıra, kendisi düşünen, zeki ve yaratıcı bir kişiliğe sahip. Ayrıca bir çok çağdaş düşünceye gebe ve herhangi bir gericiliğe asla taviz vermeyen atak bir tip. Ne de olsa yüksek dağ tepelerinin sert rüzgarları eşliğinde yetişmiş ve küçüklüğünde kartal yuvalarında korkusuzca yumurta kırmış...

” Dedem Manaf Mustafa, 1881 doğumlu. Zamanına göre aydın birisiymiş, hala unutmuyorum, şimdiki benim kütüphanemden daha fazla kitap vardı onda. Lakabını, Bursa'ya gurbete gelip, 16 yıl sonra evine döndüğünden dolayı kazanmış. Bir dönem İskeçe de kafecilik yapmış. Köyüne döndüğünde ise hala ayakta olan, Ürpek'in en güzel Osmanlı evini yaptırmış. Bu tipik iki katlı eve şu an halam sahip çıkmakta. Aslen Bursalı, fakat yılın çoğu zamanını Ürpek'te geçirmeyi tercih ediyor ve dede yadigarımızı olan eski konağı tam anlamıyla yaşatıyor. Halam, ailemizin tarihsel boyutuna çok sıkı bağladır. Ürpek bölgesi insanı vaktinde neredeyse bütün Kırcaali'yi yönetiyormuş. Muhtarı, müftüsü ve öğretmeni hep bizim köylerdenmiş. Örnek olarak Bursa'daki ilk köşkün sahibi Ali Riza Paşa'dır ve kendisi bizim Ürpek doğumludur. Hatta, bizim akrabamız bile olur. Günümüzde Atatürk Köşkü adını taşıyan binanın eski sahibi işte bu paşamızdır. Onun torunu ise Heykel civarında uzun zaman seyyar fotografçılık yapmıştır ve herkes tarafından biliniyordu. Ailesinin diğer fertleri ise Süriye'ye göç etmiştir ve bir keresinde onlarla Bursa'da görüştük.

Bizim ailemiz ilkin Stanimaka'ya göç etmiş. Ben ilk okula Vodene köyünde başladım. Üç kardeştik, babamız öğretmen olmasına rağmen, kurşun çinko fabrikasında işçi olarak çalışıyordu ve annemizin rahatsızlığından dolayı, tütün tarlasında çalışmak bu üç küçük kardeşe kalıyordu. Sabahın erken saatinde, acı katranlı ellerle tütün tarlasında, kuru ekmek ve bir parça helvayla kahvaltı etmeyin nasıl bir şey olduğunu iyi bilirim ben. Bir gün babam fabrikadan eve dönerken, Bulgar kopillerin tacizine uğruyor ve kesin Türkiye'ye göç etme kararı alıyor. Biz Türkiye'ye 1972 yılında geldik. Kırcaali Medresesi'nin eski müdürü bize torpil yaptı ve beni Tophane Endüstri Meslek Lisesi'ne yazdırdılar ama ben bu okulu daha başladığım yıl terk ettim. Bir torna atölyesinde çırak olarak işe koyuldum. O dönemde çok zayıftım, 40 kilogram olmama rağmen sabahtan gece yarısına kadar çalışıyorduk. Daha sonra bir arkadaşımın vasıtasıyla, soğutma makinaları üreten bir yere işe başladım. Bu işe çok merak sardım, zaten teknolojiye karşı bir el yatkınlığım bulunuyordu. Daha sonra, aynı branş üzerine, kendime küçük çaplı bir iş yeri açtım. Azimli ve ciddi çalışmalarım sayesinde, zaman içinde iş sahalarımı büyüttüm. İşten ayrıldığımda, çocuklarıma 2000 metrekarelik büyük bir fabrika bıraktım. “Gülden Endüstriyel Soğutma A.Ş.”, artık ülke bazında yer edinmiş belirli bir marka ve soğutma makinaları üreten fabrikaların en önde gelenlerindeniz. Yurt dışına da ihracat yapıyoruz. İşte böyle, 30 yıl geceli gündüzlü çalışmadan sonra, işlere artık paydos dedim...”

Abdurahman Ardahan'dan bahsediyoruz. Çoğumuz onu başarılı bir Balgöç ve Filibe derneği yöneticisi olarak tanıyoruz. Mütevazi kişiliği ve çalışkanlığı ile gönüllerimize çoktan taht kurmuştur. Uzun yıllar bu derneklerimizde çeşitli görevler aldı ve bizim insanımızın gönlünü kazanmayı becerdi. Aslında bunu çok az liderimiz başarabilmekte... Folklor grubu kurmak, futbol turnovası düzenlemek, Hotaşlı veya Vodene'de kalabalık “mayeler” düzenlemek, çeşitli sempozyumlar organize etmek, göçmen camiasının ve Bulgaristan'daki Türklerin çeşitli sorunlarının çözümüne el atmak gibi görevlerin içinde buldu kendisini. Yeri geldi, bir çok etkinliğin sponsoru bizzat kendisi oldu. Nice holding sahipleri cebine el atmazken, Abdurahman Ardahan, sadece Balgöç'e toplam 100 000 liradan fazla bir miktarı bağış olarak verdi. Zaten bizim camiamızda bu en büyük bağışlardan birisidir. İşte bundan dolayı, Abdurahman bey, alnından ve elinden öpülecek adam gibi bir adamdır...

” Kendimi gerçek Atatürk'çü bir vatansever olarak tanımlayabilirim. Bir kere Atamızın ilkeleri ile terbiye edildim. Her zaman göçmen camiası ile de iç içe oldum. Göçmenlerin Türkiye'deki başarıları ve az bir zaman içinde toparlanmaları beni her zaman mutlu etmiştir. Ne yazık ki, bizim sivil toplum kuruluşlarımız daha ileriye giderek, ülke bazında bizlere daha sağlam bir zemin kazandıramadılar. Bulgaristan'da yaşayan kardeşlerimiz için de aynısı geçerli. Bizler, aramızdaki birlik ve beraberliği sağlayamadığımız müddetçe, yaşadığımız sorunların üstesinden biraz zor geleceğiz. Zengin tabakamız ve halk arasında büyük bir kopukluk hissediliyor. Bir holding sahibi daha değersiz şeyler için dudak uçurtan miktarları bağış yapabiliyor ama nedense Mestanlı'ya gidip bir Türk okulu açmıyor veya kendi camiasına yeterince sahip çıkmıyor..."

Manaf Mustafa'nın torunun düşüncelerini ve hayat kesitlerini dinledik. Abdurahman Ardahan, son yılarda çok geziyor. Mestanlı şenliklerinden ve Hotaşlı Mayesi'nden yeni dönmüştü. Yakında Almanya'ya gidecek, belki daha sonra Meksika'ya uçacak. Bize gittiği yerlerde gördüğü insan kalabalıklarını ve onların yaşadıkları coşku ve heyecanı anlattı durdu. Bugün bizim göçmen kardeşlerimiz memleket özlemi ve hasretiyle yanıp tutuşuyor. Her yıl bir kez barem, illaki köyünde veya kasabasındaki tertiplenen büyük etkinliklere gidi katılmakta. Cebel ve Razgrad meydanlarını onlar dolduruyor. Deliorman'daki yağlı güreşleri izlemeye gidiyorlar. Türbe kurbanları ziyaret ediliyor. En son Abdurahman beyi, Hotaşlı'daki geleneksel dini törenin videolarından gördük. Gözlerinde belirgin mutluluk ifadesi okunuyordu. İnsanların, öz kardeşlerinin arasındaydı. Mavi bulutların altında uçuşan kartallar ise, bu yüksek rakımlı dağ başındaki mutlu kalabalığı süzüyorlardı. Belki de bizim özgürlüğümüzü kıskanıyorlardı. Biz en iyisi kartal yuvalarındaki yumurtaları hiç kırmayalım. Kartallar, daima özgürce uçsun diye! Bizimkisi de kartalların özgür uçuşuna bir özenti değil mi, sevgili Abdurahman bey? Mümin TOPÇU

Bakmadan Geçme