Türkü, şarkı, ince belli derken, tatlı sohbet gırla giderken, artık sabaha karşı, yani horozların öttüğü vakit, birileri rahatsız olmuş ki, bizi milisyaya (polise) ihbar etmişler. Milisyonerler kapıya dayandı. Ellerinde Kalaşnikof tüfekler ve bize neden 'anlaşılmayan yabancı bir dilde', yani anadilimiz Türkçede türkü söylediğimizi soruyorlar.
PAYLAŞ
HOROZUN BULGARCA ÖTMEDİĞİ BESBELLİYDİ
1986 Yılının Nisan ayı. Yontucu olan komşum Rasim Özgür (Kendisini Türkiye'de profesör yaptılar) beni evine doğum günü kutlamasına davet etti. Rasim bey, senede birkaç defa, aklına geldikçe doğum günü kutluyordu. Bunlar bazen geçmiş veya gelecek doğum günleri falandı... O akşam oraya toplananlar topu topuna dört kişiydik; ben, ev sahibi, ressam Şaban Okan ve müzisyen Selim Korkmaz. Selim, Allah'ın rahmetine kavuşmuştur, nur içinde yatsın!
Türkü, şarkı, ince belli derken, tatlı sohbet gırla giderken, artık sabaha karşı, yani horozların öttüğü vakit, birileri rahatsız olmuş ki, bizi milisyaya (polise) ihbar etmişler. Milisyonerler kapıya dayandı. Ellerinde Kalaşnikof tüfekler ve bize neden "anlaşılmayan yabancı bir dilde", yani anadilimiz Türkçede türkü söylediğimizi soruyorlar. Doğum günü kutluyoruz söylemiş olsak ta, kimseyi inandıramadık. Kimliklerimiz tez elden kontrol edildi ve bu sıra dışı doğum gününün akıbeti bizleri kara kara düşündürmeye başlattı.
Milisiyonerlere müzisyen arkadaşımız Selim, her ne kadar biz burada Bulgarca türkü söylüyoruz demiş olsa da, "fatmaklar" bu yalanı asla yutmuyorlardı. En sonunda demesinler mi; "Hadi bakalım, şimdi söyleyin şu Bulgarca türküyü, birazda biz dinleyelim! Bu bir emirdi. Ne yapacağımızı şaşırdık. Oysa ben, Bulgarca türkülerden sadece bir tanesinin nakarat kısmını ancak toparlayabilirdim. "Dobre" dedim ve başladım tıngırdatmaya; "Gore na Pamporovo, dolu mehanataaaa..." ( Yukarıda Pamporovo, aşağıda meyhane). Birazcık sazımın tellerine dokunuyor ve gene ağır ağır; "Dolu mehanata, gore Pamporovooo..." Türkü hoşlarına gitmiş olacak ki, milisler devam etmem için ısrar etti. Ben ise bu türkünün sadece dört kelimesini biliyordum… Böylece, tıpkı bir şeytanın türküsü gibi, şarkının sonu bir türlü gelmiyordu. Türküye öyle hevesle dalmışım ki, en sonunda meyhanenin aşağıda mı, yukarıda mı olduğunu ben bile şaşırdım kaldım. En sonunda milisyonerler dayanamadı ve birer azgın köpek gibi; "Yeteeer!" diye bağırdılar. Sonrası malum, hep beraber soluğu karakolda aldık.
Yol boyunda ise artık horozlar ötüyordu. Horozların hangi dilde öttüğünü pek anlayamadım ama Bulgarca ötmedikleri besbelliydi. Karakolda bize para cezası kestiler ama ne olduysa sazıma oldu. Tam 45 gün boyunca, karakolun bir hücresinde esir düştü ve cezasını çekti...