HER ŞEY VATAN İÇİN!

Hasan Ayyıldız, bizler için gerçek anlamda bir bayraktır, kendisi daha 1970 yıllarda, BKP'nin bizlere karşı olan tutumunu değiştirdiğini erken kavramış olacak ki, tek başına buna bir dur deme yolları aramaya başlamış ve son çare olarak, Kırcaali'nin en yüksek binası olan, yeni inşa edilmiş otel Arpezos'un tepesine bir koskocaman Türk Bayrağı asmış…

HER ŞEY VATAN İÇİN!

Bayramın ikinci günü sevdiğim saydığım bir arkadaş aradı. Bayramımızı karşılıklı tebrik ettikten sona, hal ve hatır sorduk. Ortak arkadaşımız olan Hasan agadan bahsetti biraz, kendisine bir türlü ulaşamamış.

Hasan Ayyıldız, bizler için gerçek anlamda bir bayraktır, kendisi daha 1970 yıllarda, BKP'nin bizlere karşı olan tutumunu değiştirdiğini erken kavramış olacak ki, tek başına buna bir dur deme yolları aramaya başlamış ve son çare olarak, Kırcaali'nin en yüksek binası olan, yeni inşa edilmiş otel Arpezos'un tepesine bir koskocaman Türk Bayrağı asmış…

Türkiye ile olan irtibatı ortaya çıkmasın ve bu tür protesto eylemlerine başka Türkler de dahil olmasın diye, o zamanki katı rejim, Hasan beye karşı hemen apar topar bir mahkeme düzenliyor. Kumaşı benden aldı, boyayı ben sattım, fırça benden diye itiraf eden yalancı şahitler sayesinde, kendini hemen cezaevinde buluyor.

Soruşturma esnasında dayaktan adeta kemiklerini kırıyorlar. Belene adasındaki hapishaneye Hasan aganın posasını atmışlar. Ama öldürmeyen Allah, öldürmüyor işte! On iki yıl cezaevinde kalıyor ve en sonunda onu sessizce Avusturya'ya sınır dışı ediyorlar, oradan da hemen, tabi ki, anavatanımız Türkiye'ye iltica ediyor.

Bizler de İstanbul'da, Bulgarların yaptıkları insanlık dışı uygulamaları dünyaya duyurma gayretindeyiz. Hasan abi ise bu zulmün canlı tanığı. Zeytinburnu'na yerleşmişti. Gittik, sora sora bulduk onu. Kaldığı odada bir tek karyola vardı, duvardaki çivide de asılı bir eski gömlek. Yer beton. Yatağın altından sızan su akıntısı, yere çizdiği izden kapının dışına akıyor…

Kahramanımızı evden aldık. Berberde bir tıraş ettirdik. Temiz gömlek giydirdik. Ona bir de ceket uydurdu, rahmetli İsmail Türksever. Hasan beyi, dernek merkezine götüreceğiz. Basından gazeteciler gelecek. Dernek merkezine ulaştık. Başka bir siyasi mahkum daha gelmişti. Ama basın o gün nedense gelmedi. Böylece, bir başka güne kaldı bizim söyleşi. Türk'ün sorununu Türk'e bir türlü duyuramıyoruz. Bir de dernek olarak dünyaya duyurmaya çalışıyoruz. Daha doğrusu, biz sadece bir kaç kişiydik. Daha sonra bizi bozgunculuktan, Mehmet Çavuş'un derneğinden üyelikten attılar.

Bir seferinde bir çalışma için ev ev göçmenleri dolaşıyoruz. Elimizde İngilizce yazılmış mektuplar; dış ülkelerden Bulgaristan'daki mazlumlar için yardım isteyeceğiz. Mektupları ev sahiplerinin kendi el yazısıyla yazdırmaktayız. Pul parası almayı da ihmal etmiyoruz. Gece yarısında ise Atatürk Hava Alanı'na gidip, yüzlerce mektubu postalıyoruz. Bozguncu olmak kolay değil, bizi çekemeyen bir dernek üyesi, komünizm propagandası yapıyorlar diye bizi ihbar etmiş. Polis bizi hemen karakola götürdü. İngilizce mektuplar elimizde. Komünist olabiliriz! Sakıncalıyız! Ama Hasan aga bir telefon etti ve bizi derhal bıraktılar…

Bir gün densizin birisi, Hasan abimize patavatsızca, devletin kendisine ne verdiğini sormuş. Hiç sorulacak soru mu bu? Hasan bey, hiddet ve öfkeden ne söyleyeceğini bilemiyordu; “Ulan, ben Kırcaali'deki o eylemi para için mi yaptım? Ben bayrağı, kendi halkım için, Türklük namına dalgalandırdım…”

Başka bir gün ise çok neşeliydi, laf arasında; “Ben tutuklandıktan sonra, bir daha anamı, babamı hiç görmedim, onlardan hiç haber alamadım. Bu gün tam on üç sene oldu ve sevinçli haber bana ulaştı, ikisi de sağ salim ve hayattaymış. Kısmet ise ikisini de buraya getirteceğim…”

Babasını görmek nasip olmadı. Anasını getirtti, o da fazla yaşamadı. Öldü diye bilinen evladına sarılmak, kaç kişiye nasip olur? Ana oğulun kavuşma anını ben görmedim. Rahmetli İsmail Türksever'in gözleri doldu, tam anlatamadı. Kadın oğluna bir sarılmış; “Canım, oğlum, seni milisler götürünce, buban iki ay eve gelmedi. Hep MVR'nin önünde yatmış. Sonra, bekleme burada fes, öyle bir evlat yetiştirmişsin ki, utanmalısın kendinden. Oğlun öldü, çek git evine! demişler.”

İsmail Türksever, akciğer kanserine yenildi. Hasan Ayyıldız, anasına kavuştu. Kadın oğlunu evden dışarı bırakmıyor. On üç yıllık hasret, beş günde on günde biter mi? Bu arada Hasan aga iş buldu, çalıştı. Durumunu düzeltti.

Ankara'ya bir mülakata gitti. Bize ders olacak bir tespit. Mülakat esnasında ortaya ilginç bir diyalog çıkmış; “Hasan, elinde büyük bir yetki ve güç olsa Bulgaristan'a ne yaparsın?” “Kökünden yakarım, bir fare bile bırakmam!” “Olmadı, Hasan! Bulgaristan'da kötü olan komünist yönetimdi. Bundan şikayetçi

olan Bulgarlar da vardı. Bir devletin tamamı hiç yakılır mı? Bu cevap sana bir rütbeye mal oldu. Seni Binbaşı olarak, vatan hizmetlerinden emekli ediyoruz. Hayırlı olsun!”

Evet, Hasan agaya maaş bağlandı. Sıra geldi evliliğe. Anası buna daha dünden hazır. Münasip bir kız bulundu ve oldu bu iş.

Sonrasını biliyorsunuz. 1989 yılı olayları patlak verdi. Gelenler geldi, dönenler döndü. Pek ne olduğu belli olmayan bir şeyler yaşandı. Glastnost, perestroyka dendi. Globalleşme dendi. Bir gün Hasan aga beni aradı. “Ali, acil Edirne'ye gitmemiz lazım. İşi gücü bırak, biz geliyoruz.” Biraz sonra bir arkadaşınla beraber yetiştiler. O arkadaşın kardeşi Bulgaristan'a geri dönüyormuş ve biz onu yolda yakalayıp, bu niyetinden caymasını sağlayacağız. Önce evine gittik ama yola çıkmışlar. Konu komşunun verdiği eski eşyaları da yüklemişler ve biz Gebze'ye gidiyoruz deyip, yola koyulmuşlar. Düştük peşlerine ve Çorlu'nun Ulaş köyünde ulaştık onlara. Anlattık, yakardık. Adam, biraz ikna oldu. Ama hanımı, hayır diyor. Hasan agamın, gençlik yıllarından gönül verdiği yavuklusunun kızı çıktı. Bir de ben konuşayım dedi ama nafile. Sinirli bir vaziyette yanımıza geldi ve bana; “ Hadi, Ali, boşuna gelmişiz. Gitsinler, yeniden Bulgar olsunlar! Yahu, ben kimler için mahpuslarda çürümüşüm... Vaktinde tutuklandığımda, beni sorgulayan bir Bulgar vardı, o bana sordu; “Sen, nasıl böyle milliyetçi oldun? Biz size Türklük bilinciniz oluşmasın diye, anadilinizi bile okutmadık. Bana bu sorumun cevabını ver, öğrenmek istiyorum.” “Efendim, Türklük doğuştan vardır. Sizin bütün tarihiniz ve edebiyatınız Türk düşmanlığı ile dolu. Bu iş bizlerde ters tepki doğurmakta.” “Vyarno be! Haklısın, bu iyi bir eğitim sistemi değil. Gençlere düşmanlık öğretilerek bir yere varılamaz…”

Şaban Ali AYDIN

Bakmadan Geçme