HEMŞERİMİZ TAMBURACI OSMAN PEHLİVAN
Atatürk, fasıldan memnuniyetini izhar ve ifade eder. Bu esnada sanatkârlar arasında palabıyıklı, iri vücutlu ve esnaf kıyafetli birisi Atatürk'ün dikkatini üzerine çeker: Tamburacı Osman Pehlivan. Atatürk, bunun kim olduğunu, Rasim Ferit'e sorar. O da pehlivanın hayatını ve meziyetlerini kısaca anlatır. 'Fasıla da iştirak eder mi?' diye sorar Atatürk. 'Evet' cevabını alırlar. Fasıl yine başlar. Atatürk, o kaba vücutlu, kalın sesli ve esnaf kıyafetli adamın meğer göründüğü gibi olmayıp, ince ruhlu bir sanatkâr olduğunu, öteki sanatkârlarla fasıl takip etmesinden anlayınca, bu sefer tek başına çalmasını emreder. Bu emir üzerine, Osman Pehlivan birçok Rumeli türküsü söyler ve tamburası ile de çalar.
HEMŞERİMİZ TAMBURACI OSMAN PEHLİVAN
Tamburacı Osman Pehlivan, ata memleketi Bulgaristan'da hiç tanınmayan bir sanatçıdır. Rumeli halk türkülerimize vakıf olan bazı aydınlarımız, onun çok sayıda Rumeli türküsüne kaynaklık ettiğini, hatta çok sayıda türkümüzü derlediğini bilirler. Ben de, tamburası ve türküleriyle büyük önder Atatürk'ün dikkatini çeken çok yönlü bir Rumeli sanatçısı olduğunu ilâve edeceğim.
Yazarlarımızdan Hakkı Duran Bey ise şöyle yazmıştır: “Radyolarda türkü ve şarkıları dinlemeyi kısmen Osman Pehlivan'a borçluyuz.” Bu iddianın gerçekliğini anlamak için ufak bir araştırma yapmam kaçınılmaz oldu. Rumeli Türk halk ezgilerinin ezelî âşığı olduğum için, bu adı 40 küsur yıldan beri bilirim. Okuduğum birçok türkü derlemesinde Osman Pehlivan adını ya kaynak kişi, ya da derleyen kişi olarak görmüştüm. Ünlü halk türküleri derlemecisi Muzaffer Sarısözen'in derlediği Rumeli türkülerinin kaynak kişisi sürekli Osman Pehlivan'dır. Bilgilerim, onun Rumeli kökenli bir halk müziği sanatçısı olduğunu bilmekten öteye gidemiyordu. Ta ki, Prof. Gültekin Oransay'ın hazırlayıp, 1985 yılında yayınladığı “ATATÜRK İLE KÜĞ” kitabını okuyana kadar. Bu kitapta Atatürk'ün, Türkiye Cumhuriyeti başkanı olduktan sonra, Türk Küğünün (müziğinin) gelişmesi için yaptığı çalışmalar, belgeleriyle ve bu süreçte görev alanların anılarıyla ve yazılarıyla anlatılmaktadır. Atatürk'ün bir müzisyen olmamasına rağmen, Türk müziğinin bütün dallarının gelişmesi için elinden gelen yardımları sağladığını söylemekte yarar vardır. Özellikle onun Rumeli türkülerinin hayranı olduğunu belirtmeye gerek bile duymuyorum, zira bu gerçeği bilmeyen yok gibidir.
Yirminci yüzyılın otuzlu yıllarının ilk yarısında, Atatürk, dil ve tarih çalışmalarına ağırlık vererek, TDK (Türk Dil Kurumu) ve TTK'yı (Türk Tarih Kurumu) kurar. Aynı zamanda müzik çalışmalarını yakından takip eder, ses ve enstrüman sanatçılarını dinler, teşvik eder, fasıllarına katılır. Çalışmalar sadece Cumhurbaşkanlığı sarayında değil, çeşitli mekânlarda, hatta evlerde dahi yapılır ve Atatürk bu meclislere teşrif eder.
Günlerden bir gün müzisyen Rasim Ferit Talay'ın evinde müzik faslı düzenlenir. Davetli olarak Atatürk de gelmiştir. O yıllarda yasaklı olan şark müziği faslına, onun huzurunda devam edilir.
Atatürk, fasıldan memnuniyetini izhar ve ifade eder. Bu esnada sanatkârlar arasında palabıyıklı, iri vücutlu ve esnaf kıyafetli birisi Atatürk'ün dikkatini üzerine çeker: Tamburacı Osman Pehlivan. Atatürk, bunun kim olduğunu, Rasim Ferit'e sorar. O da pehlivanın hayatını ve meziyetlerini kısaca anlatır. “Fasıla da iştirak eder mi?” diye sorar Atatürk. “Evet” cevabını alırlar. Fasıl yine başlar. Atatürk, o kaba vücutlu, kalın sesli ve esnaf kıyafetli adamın meğer göründüğü gibi olmayıp, ince ruhlu bir sanatkâr olduğunu, öteki sanatkârlarla fasıl takip etmesinden anlayınca, bu sefer tek başına çalmasını emreder. Bu emir üzerine, Osman Pehlivan birçok Rumeli türküsü söyler ve tamburası ile de çalar.
Bu türküler arasında bir tanesi ile Atatürk çok ilgilenir ve onu birkaç defa tekrarlatır. Bununla beraber orada bulunanları hayretten kurtarmak için “Anamın türküsüdür de…” diyerek izah buyururlar.
Tamburacı Osman Pehlivan, en büyük Türk karşısında geçirdiği imtihandan bu şekilde muvaffakiyetle çıkmış, sıra mükâfata gelmişti. Tam bu sırada Atatürk sorar: “Bu sanatkâr adam niçin radyoda çalmıyor?” Radyoda şark musikisinin bir müddetten beri yasak edilmiş olduğu ve Türk sanatkârların oradan uzaklaştırılmış olduğu cevabı verilir. Atatürk'ün son emri şu olur: “Bu adam radyoda her akşam çalsın!” (Gültekin Oransay, ATATÜRKLE KÜĞ, s. 97-98)
Yukarıda sözü geçen “şark musikisi yasağı” Atatürk'ün bir konuşmasına dayanarak zamanın içişler bakanı tarafından yanlış yorum sonucu getirilmiş bir yasaktır ve bir hayli ses sanatçısının radyodan kovulmasına ve işsiz kalmasına sebep olmuştur. Tamburacı Osman Pehlivan'ın yanı sıra başka Halk müziği sanatçıları da Radyo evinde seslerini duyurmaya başlamışlar ve böylelikle Türk halk musikisi, daha sonra da Klasik Türk musikisi radyo yayınlarında lâyık oldukları yeri almışlardır. 2 yıl kadar süren o yasaklı yıllarda şark müziği dinlemek için halk Kahire, Erivan ve Kırım radyolarına yönelmiştir. İşte bu nedenle Osman Pehlivan'ın Atatürk'ü “yumuşatması” ve radyolarda şark musikisine kapı açtırması müzisyenler ve aydınlar tarafından sevinçle karşılanmıştır. Hatta “Radyolarda türkü ve şarkılarımızı dinlemeyi Osman Pehlivan'a borçluyuz” şeklinde konuşanlar dahi olmuştur. İş bu kadarla da kalmamış. Daha sonraki yıllarda Tamburacı, davetli olarak Köşk'te de bulunmuş, Atatürk'ün huzurunda tambura çalıp türkü söylemiş. Hatta o, “Sarı Zeybek” i çalarken Atatürk oynamış…
Tamburacı'nın, Atatürk'le başka musiki meclislerinde de buluştuğu, onun sevgi ve teveccühünü kazandığı da çeşitli müzik adamları tarafından hikâye edilir. Hatta bir defasında Atatürk, Tamburacı'yı yanı başına oturtup, kendinin okuyacağı türküye eşlik etmesini istemiştir. Türkü sözleri de şöyledir:
"Atladım bahçene girdim (aman) gülleri fincan gibi (aman)
Gerdanında üç beni var (aman) her biri mercan gibi
Sarılalım, sarmaşalım (aman) ikimiz bir can gibi
Gel seninle kavledelim ya onu sev ya beni
Bir tenhada buluşalım (aman) ya onun ol ya benim"
Bu türküyü okuduktan sonra, Atatürk çok memnun olmuş, çok sevinmiştir. Tamburacı da, bu eşsiz dinleyicisi karşısında coştukça coşmuş, seçtiği türküleri elinden ve dilinden geldiğince güzel okumaya çalışmıştır. Bu güzel sohbetin sonunda, Tamburacı, Atatürk'e şöyle der:
- Sazımın, ömrümde bu geceki gibi coştuğunu bilmiyorum. Sizin bakışınız dağı toprağı bile dile getirir, sevgili Ata'm. Allah, bu milletin başından sizi eksik etmesin…
Hafız Yaşar Okur'un hikâyesinden bir özet sunmak istiyorum: "Bir akşam Atatürk, Tamburacı Osman ve birkaç arkadaşını Florya Deniz Köşkü'ne davet ediyor. Yeteri kadar türküler ve şarkılar dinledikten sonra, Osman Pehlivan'ın hayatıyla daha yakından ilgileniyor ve evi olup olmadığını, nerede oturduğunu soruyor. Osman Pehlivan da Erenköy'de oturduğunu ve bir baraka yapmaya kalkıştığını anlatıyor.
- Ne barakası? diye soruyor Ata. Osman Pehlivan:
- Başımızdan büyük bir işe girdik. Barınacak bir fakirhane yapmak istiyorum. Kapısı var, penceresi yok; Camı var, çerçevesi yok. Pencerelerine çuval asıyorum…
- Yazık! Yazık! Diyor Atatürk, böyle bir sanatkârın talihine bak!
Osman Pehlivan'a soruyor:
- Kaç para ile ikmâl olur (tamamlanır)? Osman pehlivan:
- Ata'm iki yüz lira ile ikmâl olur.
Atatürk yaverini çağırır:
- Osman Pehlivan'a 500 lira veriniz! Bunu duyunca, Osman Pehlivan Atatürk'ün ayaklarına kapanır:
- Var ol Ata'm, dünyalar durdukça dur!
Diye, iki elini kaldırıp dualar ediyor. Sonra kimse demeden sazına sarılıp, bir Aydın zeybeği raksı çalmaya başlıyor. Hem çalıyor hem oynuyor...
İsa CEBECİ