Hele, bu kır saçlı, yüzleri derin kırışıklarla ve kahır dolu yaşlı yol arkadaşlarımın, bu adada yaşadıkları ızdırapları dinledikçe, duygulanmamak elde değildi adeta kanımı donduran bu acıklı öykülerden sonra, üzüntüden dizlerimin bağı çözülüverdi…
PAYLAŞ
CEHENNEM ADASI BELENE
Bir zamanlar sürgün kampı olan Belene adasını ziyaret edeceğimi öğrendiğimde, sanki geçmişteki korkularım yeniden canlandı, adeta içim ürperdi ve titredi. Zalim ve kahpe komünistler, vaktin birinde oraya yüzlerce suçsuz ve masum Türk kardeşimizi kapatmıştı.
Yolculuğum esnasında, adı karanlık bir adayı anımsatan bu yerde yıllarca sürgün edilip, kapalı tutulanlara eşlik edecektim ben. Hele, bu kır saçlı, yüzleri derin kırışıklarla ve kahır dolu yaşlı yol arkadaşlarımın, bu adada yaşadıkları ızdırapları dinledikçe, duygulanmamak elde değildi; adeta kanımı donduran bu acıklı öykülerden sonra, üzüntüden dizlerimin bağı çözülüverdi…
Bizler sadece duyuyor ve okuyorduk Belene belasını ama bu yılmaz ve yiğit kahramanlarımız buranın acı cehennemini bizzat yaşamışlardı, ağır yükünü omuzlarında taşımışlardı.
Bulgaristan'da 1989 yılına dek iktidarda kalan komünist rejiminin kurduğu Belene toplama kampında hayatını kaybedenleri anacaktık. Katılımcılar arasında bir çok Belene kampında ömür tüketmiş kişilerde vardı. Organize edilen törene bir dönem Belene kampında kalmış Sabri İskender ve Şükrü Mehmet gibi bir grup Türk asıllı Bulgaristan göçmenleri de katıldı. Soya Dönüş (1984-1989 yılları) döneminde Belene kampına gönderilen öğretmen Fikret Sabri ve Yusuf Mehmet'te yıllar sonra, ömür tükettikleri hücrelere bakarak göz yaşlarına hakim olamıyorlardı. Fikret Sabri, pencerelerin teneke ile kapatılmış ve dört duvar arasında zaman geçirdiklerini söyledi. „Bizden öncekilerin isimleri Bulgar, Türk ve her türlü isimler duvarlardaki tuğlalara yazılmıştı“ dedi.
Kampın ilk demir kapısına ulaştığımda, kendimce “Ey, nereden nere!” dedim. Sadece ve sadece Türk oldukları için, bir zamanlar bu adanın demir parmakları arkasında esir gibi tutulanlar, bugün anavatanları Türkiye'de birer özgür bireydiler ve memleketleri onlara sadece geçmişin acılarını hatırlatıyordu. Bu dinmek bilmeyen sonsuz acının hesabını sormak için başkent Sofya'ya gidiyorduk…
Eski Belene mahkumları, birer kahraman edasıyla, gururla kampın kapısından içeriye girdiler, arkalarından bana da cesaret geldi ve onları takip ettim. Bir de şarkı söylüyorlardı; “ Belene, Belene, biz geliyoruz, hiç korkmuyoruz, artık o günü yaşatanlar koksun!”