Bir Yıldız Daha Kayıp Gitmeden / Halime Yıldız
göğü delen evler çağırmıştı / gittikleri yerlerde / evlerin ağaçların boyunu geçmemesi gerektiğini / unutmuştu gücenik evin insanları / ama çocuklar / terk edilen o evi çizdiler hep / resim defterlerine
“Göç “insanın en hüzünlü hikâyesi…
Terk etmek zor çünkü;
.... Sonrası, “insanın puzzle parçaları gibi.”Ömrünce tamamlamaya uğraşır kendini insan… Çocukluğa sığınır; hep bulamaz en güzel parçayı:Masumiyet…”
…Çocukluğu, anayurdu insanın çünkü.
….
Şehirlerden,”Evlerden” göçmez insan sadece. En çok kendi insinden, insandan göçer… Göçer de göçer… Her göç,çocukluğa yeni bir veda:
“Benlik savaşı, karakter yozlaşması,”gerçek”ten uzaklaşış,”öz”ün sunileşmesi…. Ve sonunda, anayurda tamamen veda.
….
Göç bir başladı mı, bahar gelmez bir daha anayurda, gerisi güz… En çok evler şahit olur, bu hüzünlü hikâyeye. Hayatın en gerçek hikâyesi hüzündür, hikâyenin ana kahramanı ise hep insandır ve mekân istisnasız “ev”lerdir.
Yaşamımız boyunca, kim bilir kaç vedayı sığdırdık o sarı odalara… Kaç serzeniş, kaç sitemi; en iyi arkadaştan daha güvenle sakladı taş duvarlarında. Ah evler ah !Dilin olsaydı keşke! Dökseydin içini…. Ama o, hep sessiz şahitliği seçti…
“Edebiyat'ın mucizeli kızı böyle diyor. “
“Hüzünlü göç hikâyelerine tanık olmuş bir yazar Halime Yıldız.”
“Şiirlerinde ve diğer eserlerinde bu denli derinliği yakalamış olmasında; sadece tanıklık yetmez onun için.”
Halime, yaşadığı toplumun acı ve hüznünün aynı anda tanığı iken, bizatihi ana kahramanı gibi yaşar bana göre;
Olayları ve durumları sadece gözlemlemez, üstüne üstlük derinden hisseder, yaşar;
“Bu yüzdendir yazma kaygım” dedirtir âdeta; adının her harfinde .”
En bireysel yazılarında bile, aslında derin bir toplumsal hüzün vardır onun. Çünkü insanı, tek başına bir varlık olarak değerlendirmek, başta onun derinleşmiş ve kök salmış insan sevgisine aykırıdır .
“Varlık acısı ve hüznü, yaşadığı toplumun kendince biriktirebildiği, görebildiği kocaman bir dev aynasıdır Halime Yıldız'ın.”
Ben, diye başlar Halime ilk söze. Ben içinde; kocaman bir “biz”dir Halime Yıldız.
……”Bilmediğini değil; bildiğini anlatmak daha zordur aslında. Çok bildikçe, çok yanılgı da bundan gelir. Çünkü insan bildiği, keşfettiği her güzel şeyi,hiçbir ayrıntıyı kaçırmadan anlatmak istiyor. Eğer bu güzellik Halime Yıldız ise, her şey daha da biribirine karışıyor.”
“Sadece eserlerine göre birini anlatmaya çalışmak, biraz havanda su dövmeye benziyor sanki, çünkü anlaşılmak zordan da öte bir şey.”
“Bana göre, bir yazarı iyi analiz edebilmek; başta onun yaşam hikâyesini iyi bilmek ve onunla sohbet etmekle başlar .”
……..
BİR YILDIZ DAHA KAYIP GİTMEDEN
Sevmenin
rengi
Farsça
“Kafama üşüşen onlarca Halimeler'den kurtulmaya çalışıyorum nicedir.”
Hikâyeleriyle başlamalı diyor bir yanım, diğer yanım masal… Deneme, gezi… Biri, diğerine tercih edilemeyecek kadar at başı gidiyor yüreğimde… Derken “Şiir”inde karar kılıyorum.
Çünkü Halime'nin şiirleri, sadece bir dil mucizesi değil; her dizesi, yoğun duygularla kendini kamufle etmiş; birer hikâye, masal, deneme, gezi”dir aslında…
“Dahası, kocaman bir “insanlık iç sızısı”yazarın.”
Ve bir şiir imdadıma yetişiyor. Daha ilk dizede vuruluyorum, yeniden onun şiir gücüne .
“Evirip çeviriyorum her kelimeyi kendimce, tıpkı onun yazarken yaptığı gibi…”
“Güzeli anlatmak da zor; iyi bildiğini anlatmak kadar.”
Bu şiirde de, duyguların derinliği-hissediş ve onda hep var olan “insan sevgisi”sembollerle pekiştirmiş kendini yine. İnsan sevgisi ve toplumsal iç çekiş,evrensel değerler;
her kelimede, hatta noktalama dahil; mucizeli bir biçimde, yazarın kalemine baştan uca sirayet etmiş sanki …
(Bulgaristan göçmenlerinin hüzünlü evleri)
EVİN ÖTENAZİ İSTEĞİ
avlumdaki kızılcık ağacı
neyim olur
diye sordu kimsesizliğine
ev
göç çağırmıştı insanlarını
göğü delen evler çağırmıştı
gittikleri yerlerde
evlerin ağaçların boyunu geçmemesi gerektiğini
unutmuştu gücenik evin insanları
ama çocuklar
terk edilen o evi çizdiler hep
resim defterlerine
çünkü çocuklar
göğü delen betonlara
ev denmeyeceğini bildiler
kırık dökük evin hüznünü suladı
ara sıra yağmur
ev yeşillenmedi
hayat akmadı damarlarına
peykasında iki karınca
bir karınca öbür karıncaya dedi ki:
avludaki kızılcık ağacı
neyi olur evin?
kalbi sıkıştı
evin kalbi olur mu demeyin
temeline konan ilk taştır evin kalbi
kaç çocuk salladı ahşap tavanında
kaç tabut uğurladı avlusundan
kaç ruh ağırladı cuma akşamları bacasında
koca bir soyun belleğiydi ev
kokuları hatırladı tek tek
çörek kokusu, köz patlıcan kokusu, kahve kokusu…
kapı tokmağına saklanan sesler
sıralandı küçükten büyüğe
yaban otlarına serilmiş gölgesine bakmaya korktu ev
rüzgâr
ahşap merdivenlerden
tavan arasından
ve sofadan
ve taşların çatlakları arasından geldi vedalaşmaya
usulca taradı yorgun bedenini evin
rüzgârın elçiliği buraya kadardı
kabul olmuştu evin isteği
son kez baktı kızılcık ağacının kızıl yüklü dallarına
yalınkılıç bir yıldırım yerine getirdi
evin ötenazi isteğini
kızılcık ağacı düşündü:
yanan ev
onu terk edenlerin neyiydi?
------
Kadın şairlerle ilgili hep vurgulamaya çalıştığım toplumsal meseleleri irdelerken, Halime'nin şiirlerine hep göz atarım. Çünkü o, yaşayan en iyi örneklerden biri bu anlamda.
“Bence şiir, en iyi kendi çağında anlaşılır.”
Edebiyat Fakültesi'ndeyken, Edebiyat Tarihi derslerimizi; Edebiyat'ın kendisi kadar benimsediğimi hatırlarım hep. Şairlerin yaşadığı dönemleri iyi anlamadan, şairi de anlamlandıramayız çünkü.
Ama bir şey var ki, ânı yaşamadaki acziyetimizden kaynaklı; gözümüzün önündeki güzelliği kayıp gitmeden fark edemiyoruz. Bunu derinden hisseden biri olarak, Halime gibi bir güzelliğin;
canlı, gözlerimizin önündeyken ve şairliğinin en verimli çağında, anlaşılamamasından endişe duyuyorum. Onu, görebilmek de anlatabilmek kadar zor …
Ve bir şiir daha :
Burada”Kendi ifadesiyle” paylaşmayı uygun görüyorum:
“YUNUS EMRE ŞİİR ÖDÜLÜ BİRİNCİLİĞİ” nin şiirime verildiğini az önce öğrendim. Ödül alan “İNSAN NE AHLAKSIZ BİR MUCİZE” şiirini, her şeye rağmen iyi insanların kazanacağı umuduyla paylaşıyorum.
Özcan Yüksek'in Şehrazad'ın Sırları'nda dediği gibi, “Her zaman iyiler kazanır. Çünkü iyiler kaybederse herkes kaybeder!..”
Eskişehir Sanat Derneği'ne teşekkürlerimle…
İNSAN NE AHLAKSIZ BİR MUCİZE
-satın alınan kitapları
okumadan kitaplığa koymaya
tsund/oku diyormuş japonlar-
ömrü bir yalancı aynaya teslim edip
nice insanı okumadan koyduk toprağa
ne çok şizofren âhımız var, ne çok âh
gökyüzü âhlar cehennemi, kuşlar affetsin
okunmamış anne babalar, okunmamış aşklar
morla karışık sevmeler, akla zarar, ar ar ar…
serseri bir sarkaç gibi sallanıyoruz pazartesiye
pazartesi ki sendromlar sadrazamı
âh! pardon! padişahım çok yaşa!
keşke okumayı da icat etseydi sümerler
geceyi güneşe tercüme etseydi
desem mi demesem mi
desem desem
yatır var kimi eylemlerin altında
tanrı'nın yoluna bu kadar han fazla mı fazla
ikra, ikra, ikra…
bazı sendromlar uçurum
bazı uçurumlar sendrom
i n s a n n e a h l a k s ı z b i r m u c i z e
….Ve yine derinden hissediş….
Ve kelimeler -noktalama dahil -her biri, insanlık iç sızısı “Göç.”
“Ömrü bir yalancı aynaya teslim edip
Nice insanı okumadan koyduk toprağa
Gökyüzü âhlar cehennemi ,kuşlar affetsin
……
Keşke okumayı da icat etseydi sümerler
Geceyi gündüze tercüme etseydi …
…….
Okunmamış anne babalar ….
İkra ikra ikra ….!
……
Terk ediş, güzellikleri göremeyen ya da inkâr eden değersiz kılan mucize varlık
“insan, yine ana kahraman…”
…….
“İnsan, en çok insandan göçer; riyakârlardan iyi zannettiklerinden, dost… İnsan Sandıklarından…. ”
Göçer de göçer… Ve sonunda; son veda…. Kendinden göçer…. Bir şey kalmamışken elde avuçta; tek şey kalır:
Bir avuç hüzün , elde var “HÜZÜN.”
“İnsan, hakikaten Ne Ahlaksız Bir Mucize”
Çok yönlü, güzel insanlara pozitif ayrımcılık olsun ve şairliğin cinsiyet ayrımı gerektirmeyen bir yetenek olduğu, bu çağda artık kabul
” GÖRSÜN.”
Temennimle. ..
“Belki zaafiyetimiz onları anlatamamak kim bilir?”
…Dilimiz ve gözlerimiz; biz insanlara” en mucize bahş “olmasına rağmen; güzellikleri görüp, anlatamamak…
İyi ki varsın Halime, Edebiyatın mucize kızı, bahar kız!
Meryem Güneş BERBEROĞLU,
mgunesberberoglu.com