Bir anneye nasıl kıyılır

Şahsen ben, totaliter rejimin yetiştirdiği bir çocuğum. Henüz, 6-7 yaşlarında iken, ilk kez okula başladım ve mevcut eğitim sistemi sayesinde bilgi edinmeye başladım. O yılların bilgi dağarcığı tamı tamına bilinçli hazırlanmıştı ve bir asırdır Rus esaretinin uyguladığı yabancı halkları eritme amaçlı, kimliksiz ve kolayca idare edilen bir sistemdi. Bu sistemi anlamak, bazı perde arkası kurgularını açıklamaktan geçiyordu. Asla kolay bir çözüm değildi. Bir hayli hayat yolu almak gerekiyordu, uzun zaman siyasi sistemlerin özelliklerini öğrenmekten geçiyordu bu yol ve en azından bin kitabı aktarmaktı, cümlelerdeki gizli kalmış sırrı açıklamak... Biraz düşünelim, 7 yaşında olan bir çocuğu, evdeki çevresi birazcık kimlik bilincinden yoksun bıraktıysa, genelde öyle olduğunu sayabiliriz. Bu çocuk artık elden çıkmıştır ve onun asimile olmaması adeta imkansızdır... Biz, bu sistemi yorumlarken tek bir dalda duralım - kalalım – Türküler! Babaannemizin söylediği türküleri, okulda bize dayatılan yabancı türkülerle karşılaştıralım. Ninemizin türküleri evde, tarlada ve ağır çalışma koşullarında hep söylenirdi. Okulda ise, her öğrenci zor derslerden nefes almak için, can atarak müzik dersini bekliyordu. Neden “zor dersler”? Bunlar matematik veya başka bir ders değildi. Onlar, sizin evdeki, sokaktaki konuştuğunuz Türkçe dilinde değildiler. Tüm dünyanıza karşı, tanımadığınız ve görülmemiş bir dev gibi korkunç yenilikte, sonuçta sizin için yabancı bir dil... Evdeki anne baba yardımı da sizi pek rahatlatmıyor ve huzur vermiyor. Onların bildiği yabancı dil, yarım yamalak ve sık sık hata yapmanızı ortaya çıkarmaktaydı. Bazı öğretmenler, kimisi Türkçeyi az veya çok biliyordu, kimisinin içi ve dışı ise sizin etnik kimliğinize karşı bin kere nefretle doldurulmuştu. Bize karşı besledikleri kin ve nefret, genelde bir cümleyle dışa vuruyordu: “Siz, cahilsiniz, cahil de kalacaksınız!” Buna benzer hakaretlerden dolayı, birinci sınıfı, 32 öğrenciden sadece 12 kişi bir üst sınıfa geçebilmişti... Tabii ki, arkadaşlarımızdan bazıları daha iki üç yıl aynı sınıfı tekrar edeceklerdi... Siz ise, sınıf tekrar eden yaşça sizden daha büyük ağabeyler ile devam edecektiniz... Ara sıra öğretmenleriniz bazen size karşı daha insacıl ve yumuşak davranabilirlerdı, birer insan olduğunu hatırladıkları da olurdu; ama genelde nafileydi... Gelelim o çok merak ettiğiniz müzik ve türkü söyleme derslerine. Bu ders saati esnasında genelde sizin ana sütü gibi çok sevdiğiniz ve beğenip söylediğiniz Türkçe türküleriniz aşağılanırlardı ve asla kabul görmezlerdi. Daha bebek beşiğinde annenizden dinlediğiniz o güzel türkülerinizi hiç bir sahnede söyleyemiyordunuz, onlar için hiç bir zaman alkış toplayamıyordunuz... Evet, türkülerinizi bir tek ormanda söyleyebiliyordunuz ve sizleri sadece kuşlar alkışlıyorlardı, bir de karşı tepelerde çayır bicen tırpancılar sizleri dinler ve alkışlardı... Karşı yamaçda yaşlı Pomak amcanın haykırışını hiç unutamazsınız: “Fatmeeee, bir daha söyleee!” Küçük Fatme ise henuz yasakların sebebini ve nedenini bilmezdi. Bundandır korkusuzca ve özgürce ormanlarda türkü söylemeleri... Ama, bir iki yıl daha geçince, bu küçük bülbülün sesi de susturulacaktı... Yıllar geçtikçe, Türkçeniz, ana diliniz ve türküleriniz aşağılandıkça aşağılanacaklardır, sistem size o yabancı türküleri dayatacaktır ve sadece onlar için sahnelerde alkış toplayacaksınız. Böylece, bu sahte alkışlara yetiştirileceksiniz ve kırık kanatla uçmaya çalışacaksınız... Türkçe türkülerimiz, babaanne türkülerimiz ise yıllar boyu sahne köşelerinde toz toplamaya devam edeceklerdir. Onları, beyninizin gizli bir köşesinde koruyacaksınız. Susuz, güneşsiz ve toprağın sıcacık nemli kucağından mahrum kalmışlardır, artık ölmek üzerelerdir... Siz, o türküleri gizleyip muhafaza etmek zorundasınız. Artık büyüdünüz ve aile de kurmuşsunuz. Evinizin mutfağında çanak-çömlek yıkar, kendi türkülerinizi sessizce mırıldanırsınız... Evet, mırıldanmak da bir nevi sözsüz söylemektir; çünkü bir komşunuz, bu “yabancı sözleri" duyabilirdi ve sizi ele verebilirdi... Ama çocukluğunuzdan beri içinizde ukte kalmış o ana vatan özlemi ve merakı yok muydu? Şöyle bir gitsen Anadolu'ya, bir binsen sahneye ve bir söylesen içinden özgürce gelen o hayat dolu Türkçe türkülerini: “Biçerim, biçerim anneciğim demedim dolmaz...” Ve bu tür anlarda, çeşmeden akan sular, gözyaşı damlalarına karışır, yutar gider, onları da yok eder. Tam da sizin türkünüz gibi... Çoluk çocuk edinirsiniz, ona içinizdeki sevimli Türkçe türküyü söyleyemezsiniz.. Korku var! Sizi başlıca bu sistem öylesine bağlamış ve bastırmış ki, işinizden kovulursunuz... Hele diyelim, çocuğunuz gidip anaokulunda sizin türkünüzü söyledi. İşten kovulmak değil, hapis bile sizi kurtaramaz! Dönüverirsiniz, kendi iç dünyanıza kapanırsınız... Ama çocuğunuza nasıl bir türkü öğreteceksiniz? Her ne kadar iyi bir makamı ve sözleri olsa da, o yabancı nakarattaki türküler hiç bir zaman içinizi ısıtmayacaktır... Gece olur. Ah, geceler! Onlar sizin özgürlük dolusu dünyanızdır. Ses çıkarmadan, istediğiniz türküyü “bağırıp-çağırırsınz...” İçinizi döker, boşaltırsınız. Orada kimse yok.Size, okul sisteminin öğrettiği “Yok, Allah!” dahi yanınızda yok olamaz... Siz varsınız, Allah'ınız var, Türkçeniz var, Türkünüz var! Var da var! Bir kabus gibi geçer gider karanlık gecelerin hakimiyeti... Başınız o kadar dolmuş ki, sabah sabah beyninizin içinde hala iki türkü karşı karşıya savaşır ve sizi günün acılarını karşılamaya çağırırlar... Sıkıp dişlerinizi, onları evde bırakıp okula gidersiniz. Orada artık beyninizin özgür olması isteniyor. Küçük çocuklar sizden bilgi, saygı, sevgi ve bir de Türkçe türkü öğrenmeyi bekliyor... Küçük, dünyaları tertemiz, sizden de tertemiz bilgiler edinmek istiyorlar... Yaa, siz şehirde öğretmen mi oldunuz? O, sevdiğiniz türkünün hali ne olacaktır? Seçin bakalım, söyleyin! Damarlarınızdaki kan akışı hızlı bir yürüyüş değil, adeta bir koşuş, sizi raylardan dışarı çekip gider... Tüm dünyanız gidiyor! İçinizdeki dünya altüst değil, kanlı pıhtıya dönüyor! Yüzünüzdeki tebbesümü asla elden kaçırmamalısınız! Ona, o küçük ve tertemiz dünyalı çocukların ihtiyacı var. Nasıl bir seçenek yapacaksınız? Çok kolay... Bir maske takıp sahneye çıkar gibi derse gireceksiniz... İçinizdeki ana sütü kokan türküyü gizleyip, o yabancı türküyü söyleyeceksiniz... Hem de nasıl? "Seve seve..." Bu maske size yardım etti, diyelim. Günler ve yıllar geçecek. Sizin de çocuklarınız, bu eğitim sisteminde yetişecekler. Sizin iç dünyanızdan hemen hemen hiç haberdar değiller ve içlerinde bir şüphe hissi onları o “korkunç ve aşağılık dilde söylenen türkülerden" daha da uzaklaştıracaktır... Onların hali ne olacaktır? Eyvallah! Demokrasi geldi! Sevinçten zıplayarak uçakların hızını bile geçtiniz... Ve kendinizi anlatmaya çalışırsınız. Zavallı ümitler, inandırıcı olmayan hayaller... İçinizde yıllarca gizlediğiniz gerçekleri anlatmaya çalışırsınız. Ama sizi seven, anlayan çocuklar, kendi çevresinde bu gerçekleri anlatamazlar; çünkü bulundukları çevre onları dışlayıp uzaklaştıracaktır, önlerinde ölümcül sorunlar çıkaracaktır... Onlar, hangi yolu tutacaklardır? Evet, her sorunun bir çözümü bulunur. Ya sistemle beraber olacaksın, ya ona karşı tek başına savaş açacaksın, yada savaşın imkansızlığına aldanacaksın... Anayola koyulmak için yeni sistemin tüm araçlarını kullanmak istiyorsunuz. Bir de kendi öz ana dilinizi savunarak onu yasalaştırmayı arzulamaktasınız... Karşınıza ne mi çıktı, malik-melik (aldatmalık-göstermelik) dersler! Ya da kitap mı yazacaksın? Ha görelim, tek bir kırtasiye sizin kitaplarınızı satışa sunacak mı? Ya da herhangi bir tivi kanalı, sizi ve eserlerinizi tanıtacak mı? Hey gidi çukura basan ayak! Senden önce “iz bırakanlar” ya tıka basa hapisleri doldurmuş, ya yurdundan yuvasından kovulmuştur... Ey, size dokunamazlaaar! Ama gizliden gizliye önünüzdeki tüm yollar kapalıdır... Bunu geç de olsa ister istemez anlayacaksınız. Eğer mutlaka başarmak istersen, buradan uzaklara göç edeceksin... Batıya mı gittiniz ( kaçtınız )? Hayırlısı olsun! Çok mu mutlusunuz? Türk okulu mu buldunuz? Demeyin! Türk olduğunuzu gizleyemezsiniz! O, çağdaş dönemin dillere destan olan “demokrasi yöntemi", sizi tekrar eritecektir, velev ki, sözde etnik grupları için slogan çok çok dikkat çekici ve inandırıcıdır: “Çok şekil beraberliği!” Şimdi kapatın gözlerinizi, tıkayın kulaklarınızı, uyku zamanı çoktan ayarlanmıştır... Tam raylı bir sistemin otel kompartımanı! Meğer, asırlar önce kurgulanmış Rusların o planı, bunca Türk halkını asimile etmekten ve devre dışı bırakmaktan ibaretmiş. Eninde sonunda, onu "tüm halklar benimsemiş" ve "başarılı olmuşlar..." Emel BALIKÇI

Bakmadan Geçme