ADIM ADIM TÜRKİYE - 2.

Ankara denince, Atatürk'ü ziyaret etmeden olmazdı. Zaten ilk durağımız Atatürk Mozolesi olacaktı. Aslanlı yolundaki basamakları birer birer aşmaya başladığımızda, artık heyecanımız hat safhaya ulaşmıştı. Her basılan merdiven, her aşınan basamak, sanki eskiden, içimize yerleşmiş bir ukde. Burada dünyanın her yerinden gelmiş insanlar gördük. Bir an buranın atmosferini ne yazabilecek yazar, ne de çizecek ressam vardır diye şüphe duydum. Bu unutulmaz duyguyu yaşamak gerek! Ben şu an sadece şunu söyleyebilirim İyi ki Atatürk varmış ve bu güzelim ülkeyi bizlere emanet bırakmış...

ADIM ADIM TÜRKİYE - 2.
Konya'ya hoşça kal, ama elveda demeden, Ankara'nın yolunu tuttuk. Başkentin meşhur bağlarını görmeden önce, bize yollarını görmek nasipmiş, modern otobanda otobüsümüz adeta yüzüyordu. Böylesine dümdüz ve çok şeritli rengarenk bir yol hiç görmemiştik. Yol arkadaşlarımın gözlerinde sadece memnuniyet ve sevinç okunuyordu. Hepimiz çok heyecanlıydık, çünkü Ankara'yı da gezip görecektik. İşte, oydu Türkiye'nin kalbi! Hem ekonominin, siyasetin, bilginin, eğitimin ve kültürün, tek sözle devletin, insanlarının damarlarını bir araya toplamış ve dur duraksız çalışan bir kâlbe dönmüştü bu ataşehir. Tabi ki , Ankara denince, Atatürk'ü ziyaret etmeden olmazdı. Zaten ilk durağımız Atatürk Mozolesi olacaktı. Aslanlı yolundaki basamakları birer birer aşmaya başladığımızda, artık heyecanımız hat safhaya ulaşmıştı. Her basılan merdiven, her aşınan basamak, sanki eskiden, içimize yerleşmiş bir ukde. Burada dünyanın her yerinden gelmiş insanlar gördük. Bir an buranın atmosferini ne yazabilecek yazar, ne de çizecek ressam vardır diye şüphe duydum. Bu unutulmaz duyguyu yaşamak gerek! Ben şu an sadece şunu söyleyebilirim; İyi ki Atatürk varmış ve bu güzelim ülkeyi bizlere emanet bırakmış... Anıtkabiri ziyaretimiz sona ermişti. Otobüsümüze doğru akın ediyorduk. Otobüsün önünde genç bir kadın, kucağında minnacık bir kız yavrusuyla, telaşla etrafı seziyordu. Bizden birisi olduğu belliydi ve birini arıyordu. Yaklaşınca durumu anladık. Bizim kafileden Boil köylü Mehmet ağabeyi arıyordu, yani dedesini. Hemen beni takip etmesini söyledim, zaten Mehmet ağabey de bize doğru geliyordu. İşte bu buluşma anı beni adeta ateşledi, kalbimin hızlı hızlı çarpmasına neden oldu, gözyaşlarımı tutamıyordum. Bir ara, kendime gelerek, resim çektim. Bu hasretle, özlemle beklenen bir dede torun kavuşmasıydı. Ankara'nın siyasi ve kültürel merkez olmaktan başka, bizim gibi seyahat edenler için, tarihi ve coğrafi turistik noktaları, bizleri cezp etmeye devam ediyordu. Karşımızda Doğu ve Batı sentezi modern bir kent göz kamaştırıyordu. Pek çok güzel park ve göl gördük, eğlence merkezlerini dolaştık. Çankaya bölgesindeki çok sayıda otel, mağaza, restoran ve gençlik merkezleri gördük. Kızılay Meydanını nasıl anlatırım? Orasını da görmek gerek! Keçiören'de bulunan göçmenlerimizi ziyaret ettik. Akşam üstü bize yeniden yol göründü. Otobüsümüzün yol rotası artık Bulgaristan'a doğruydu. Doğduğumuz, büyüdüğümüz yerlere, yakınlarımıza, sevdiklerimize kavuşacaktık ve aynı zamanda geride unutulmaz yeni yerler, yeni dostlar bırakacaktık. Derler ya sevinesin mi, kederlene misin... Şehirleri anlattım ama gördüğümüz köylere fazla değinemedim. Bizler köylü halkız, 1934-1938 yılları, mübadele esnasında, binlerce bizim memleketlimiz Türkiye'ye göç etmiş ve geçtiğimiz köylere yerleşmişlerdi. Ama artık o eski köylerden eser bile kalmamıştı, çoğu birer modern kasabaya dönüşmüştü, bazıları da gençlerin büyük şehirlere yerleşmesiyle boşalmıştı. Bütün bu paylaştıklarımla, sanırım kafilede olan tüm arkadaşlarım hemfikirdir. Ben ise onlarla bir arada olduğum için ve en önemlisi, bu gezide güzel anlar ve günler yaşadığımız için, hepsine ayrı ayrı teşekkür ederim! Nasıl unuturum otobüsün kaptanlarını, bu imkânı bize sağlayan bölge müftümüz Müddesir'i, sekreter ve vakıf sorumlusu Coşkun'u, dost ağabeylerim İsmet'i, Fikret'i, Hamdi'yi, Sali'yi, Mehmed'i, Halim'i ve genç arkadaşlardan Beynur'u, Receb'i, Gürsel'i, Sebahtin'i, Irfan'ı...
Habil KURT, Silistre

Bakmadan Geçme