Aşıyan Müzesi

Tırmandıkça Rumeli Hisarı'nın yokuşlarını Orhan Veli'nin sesini duyar gibiyim 'Oturmuş da Rumeli Hisarı'na bir türkü tutturmuş/ Başıma da konuyor aman martı kuşları …!

24 Kasım Öğretmenler gününde, bu özel günde, Aşıyan'ın yolunu tuttuk;

oğlum, eşim ve ben.

Tırmandıkça Rumeli Hisarı'nın yokuşlarını Orhan Veli'nin sesini duyar gibiyim;

"Oturmuş da Rumeli Hisarı'na bir türkü tutturmuş,

Başıma da konuyor aman martı kuşları …!

Bir ara kuzenim Selahattin Karabaşev'in sözleri aklıma düşüyor:

“1998'de rahmetli Rasim dayımızı Hastanenin Dahliye bölümünde ziyaret etmiş, söz dönüp dolaşıp edebiyata gelmiş;

Tevfik Fikret'in üstün bir şair olduğunu söyledikten sonra, kendinde güç bulmuş ve ezberindeki şu dizeleri okumuş:

“Yükselmeli, dokunmalı alnın semalara,

Doymaz beşer dediğin kuş itilalara..."

O gün bugün aklımda ve şu an tüylerim ürperiyor, içim titriyor...dayımız aydınlıklar içinde uyusun!

Az kaldı;

biraz daha yokuş kaldı, yılların özlemi gerçek olacak;

Tevfik Fikret'le buluşacağız…!

Şu yokuşlu yolun başında…!

İtiraf edeyim;

Tevfik Fikret'in sözü de yokuş, olabildiğince yokuş;

Aşiyan'ın yolları misali;

çık çık bitmez;

çık Allah çık…!

"Sarmış yine âfâkını bir dûd-ı munannid,

Bir zulmet-i beyzâ ki peyâpey mütezâyid."

Bu sözler Aşıyan'ın yollarından da yokuş…!

Ama hissediyorum… derin…!

Çok derinlerde müthiş bir şiir gizli;

hissediyorum orada müthiş bir söz duruyor;

Tevfik Fikret'in sözü! Şiirin büyüsünü bizden çok önce Atatürk görmüş;

Öyleyse ondan dinleyelim:

– “Gençler, sorarım size; bu milletin ve memleketin şan ve şerefle medenî dünya milletleri arasında yaşayabilmesi için lâzım gelen her şeyi yazan, düşünen ve hayatını feda edenlerin başında kim gelir?” Gençler cevap verirler:

– “Hamit”.

– “Hayır”.

– “Namık Kemal”.

– “Hayır”.

– “Ziya Gökalp!”

– “Hayır bilemediniz”.

Ve Atatürk kendisine has Rumeli şivesiyle cevap verir:

– “Fikret be çocuklar, Fikret be çocuklar”.

Ve sırasıyla Ferdâ'yı, Sis'i ezbere okur ve şiirlerin tahlilini yapar. En sonunda da sözlerini şöyle bitirir:

– “O, bizden çok ilerisini gören bir insandı. Ne yazık ki biz ona hâlâ yetişemedik.”

Bir gün Çankaya'da, Atatürk'ün sofrasında bulunan davetlilerden birisi, edebiyat üzerine konuşulurken, Fikret'in iyi bir şair olmadığını söyleyecek olur. Atatürk gücenmiştir; kaşlarını çatarak, Fikret'tin şu dizelerini okur:

"Milyonla barındırdığın ecsâd arasından,

Kaç nasiye vardır çıkacak; pak ü dırahşân."

Dize; “milyonla sakladığın cesetler arasından alnı temiz ve pırıl pırıl çıkacak kaç insan vardır?” anlamına gelmektedir. Dizeyi okuduktan sonra Atatürk hiddetle devam eder:

“O, karanlıklar içinde bir nur gören ve halkını o nura doğru götürmeye çalışan Fikret, bu feryadı koparırken, sizler nerelerdeydiniz? Niçin içinizden kimse onun gibi feryat etmedi? Ben Fikret'e yetişemedim, onun sohbetinden istifade edemedim… Fakat onun bütün eserlerini okudum. Birçoğu da ezberimdedir. O, hem büyük bir şair, hem de büyük bir insandır. Efendiler! Zaten parmakla gösterilecek kadar az olan büyük adamlarımızı küçültmeye kalkışmayalım”

Son elli merdiveni de çıktım ve Aşıyan !!!

Oturdum nefes aldım, döndüm Boğaz'ın maviliğini seyre daldım !!!

Ve işte Aşiyan'dayım !!!

Yeri gelmişken; Âşiyan, Farsça bir sözdür, “kuş yuvası” anlamına gelir. "Eşin var, aşiyanın var, baharın var ki beklerdin Kıyametler koparmak neydi ey bülbül, nedir derdin?" demiştir Mehmet Akif.

Ne güzel! Ne güzel değil mi? Kuş Yuvası!!!

Kapıdan girer girmez bizi koltuğunda oturmuş o dik, vakur duruşuyla, o keskin bakışıyla bizi karşılıyor Tevfik Fikret.

Balmumu heykelini unutuyorum, eğilerek, selam veriyorum. Şehzade Abdulmecid Efendi'nin “Sis” tablosunu görüyoruz. Boğaz'ın manzarası sisler içinde karşımızda duruyor!

Müthiş! Müthiş duruyor!!! Sis şiirini bir daha okumalıyım, diyorum.

Tevfik Fikret, bu güzelim evde, sadece dokuz yıl yaşayabilmiş (1906-1915). Üzgün üzgün bize rehberlik ediyor. Biz de üzülüyoruz. Evi dolaşıyoruz. Oda oda dolaşıyor, kütüphaneye varıyoruz. Şair Nigar Hanımın eşyalarıyla donatılmış köşeler özenle düzenlenmiş.

Bodrum katına iniyoruz hep birlikte; eşim, oğlum ve ben. Daha iner inmez bizi muhteşem bir sofra karşılıyor. Tabakları boş, ama duvarları Tevfik Fikret'in kendi çizimleriyle dolu. Bu meyve sepetleri de neyin nesi? Hayran ettin bizi T.Fikret, hayran...

“Sokrates'in Penceresi”nden, İstanbul'u seyrediyoruz. Etrafta bir hicaz şarkının nağmesi yankılanıyor:

"Sana dün bir tepeden baktım aziz İstanbul !!!"

Bir saat. Günün birinde alaturka saat 12:18 de durdurulmuş. Fikret'in ölüm saati. Sene 1915, aylardan Ağustos, alafranga saat altı. Tam Boğazda grup vakti. Bütün güzellik pencereden dışarda. İçerde ölüm. Başucundaki kocaman bardağını işaret ediyor:

"– Yandım, diyor, bana bir turşu suyu ver."

Pek severmiş turşu suyunu. İçiyor. Kandilli sırtlarındaki evlerin camlarında akşam yanıp tutuşuyor. Odayı meltem dolduruyor. Bütün tabiat insanlarla beraber geceye hazırlanmakta. O, dönmeyecek yolculuğuna dudaklarında bir gülümseme ile çıkıyor.

Sait Faik, Başöğretmen Atatürk'üm ve dünya üzerinden geçip giden, yollarımıza ışık tutan öğretmenlerimiz, 24 Kasımlarda hatıralarınızı yüreğimizde taşıyoruz! Işıklar içinde uyuyun !

Not: M.Vehpi Tanfer'in yazılarından bazı alıntılara yer verildi.

Görüntünün olası içeriği:

2 kişi, Mercan Civan dahil, ayakta duran insanlar...

Bakmadan Geçme