1950-1951 YILLARI GÖÇÜ VE ÇİNGENE SORUNU
Türkiye'nin sınırını Bulgaristan'dan gelen göçmenlere kapatmasının asıl sebebi, Bulgarların göçmenler arasına vizesiz bazı kimseleri ve Çingeneleri karıştırmasıydı. 1934 yılında çıkarılan 2510 sayılı İskân Kanunu'na göre, Türk soyundan olanlar Türkiye'ye göçmen olarak gelebiliyordu. Kanunda Çingeneler Türk soyundan sayılmıyordu. 12 Eylül 1950 günü Bulgaristan'dan gelen 150 Çingene'nin Türkiye'ye girişine izin verilmedi. Gerekçe olarak da Ruslara hizmet etmek amacıyla Bulgarların göçmenler arasında Çingeneleri koyarak onlardan ajan olarak yararlanmak istediği belirtildi.
1950-1951 YILLARI GÖÇÜ VE ÇİNGENE SORUNU
10 Şubat 1947 tarihinde, Bulgaristan'ın Paris Anlaşması'nı imzalamasından sonra ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda ülkede önemli gelişmeler yaşandı. Bu süreçte Bulgaristan'da yaşayan Türklere karşı asimilasyon politikası başlatıldı. 10 Ağustos 1950 tarihinde, Bulgar Hükümeti, verdiği notayla 250 bin Bulgaristan Türkü'nün 3 ay içerisinde Türkiye'ye kabulünü istemiş ve göçler başlamıştır. Yaklaşık olarak 15 ay içerisinde 140 bin kişi Türkiye'ye göç etmiştir. Bulgaristan, Türkiye'ye göç etmek isteyen Bulgaristan vatandaşı Türklerin durumu ile ilgili olarak, Türkiye'nin Sofya Büyükelçiliği'ne, 10 Ağustos 1950 tarih ve 304-50-1 sayılı bir nota vererek, Türk asıllı tüm Bulgaristan vatandaşlarının üç ay içinde Türkiye tarafından kabul edilmesini istedi. Bu notaya Türkiye, Sofya Büyükelçiliği aracılığıyla şu cevabı verdi: “Türkiye'ye hicret etmek isteyen Bulgaristan vatandaşı Türklerin durumu ile ilgili olarak, 10 Ağustos 1950 tarihli ve 304-50-1 sayılı notasında, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Hükümeti'nin serdettiği mütalâaları dikkat ve ehemmiyetle incelemiş olduğunu Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı mezkûr hükümete bildirmekle şeref kazanır. Bulgar Hükümeti, meselenin aslı ile yakın bir münasebeti olmadığı halde, notasına ırk, din ve menşe farklarına bakmaksızın, bütün Bulgaristan vatandaşlarına eşit haklar tanımış olduğu, azınlıkları içtimaî, siyasî, harsı inkişafları bakımından vücudu muktazi şartların tahakkuk ettirildiği ve onların hayat seviyelerini yükseltmeğe yarayacak birçok tedbirler alınmış bulunduğu teminat ile başlayarak, 18 Ekim 1925 tarihli Türk-Bulgar ikamet mukavelenamesinde yazılı ve muhacerete müteallik hükümleri kendisinin gereği gibi tatbik etmekte olduğunu ve bu cümleden olarak, miktarı hâlen 250.000'i bulan ve Bulgaristan Türkiye'yi zor durumda bırakmak, Kış mevsiminin yaklaşması sebebiyle zorla göç ettirmek istediği Türklerin mallarını ucuza satmalarını temin etmek ve çok kısa bir sürede yüksek bir miktarda göçmenin Türkiye'ye gelmesi ile Türkiye'nin iç huzurunu bozmak istemiştir..." Türkiye'nin sınırını Bulgaristan'dan gelen göçmenlere kapatmasının asıl sebebi, Bulgarların göçmenler arasına vizesiz bazı kimseleri ve Çingeneleri karıştırmasıydı. 1934 yılında çıkarılan 2510 sayılı İskân Kanunu'na göre, Türk soyundan olanlar Türkiye'ye göçmen olarak gelebiliyordu. Kanunda Çingeneler Türk soyundan sayılmıyordu. 12 Eylül 1950 günü Bulgaristan'dan gelen 150 Çingene'nin Türkiye'ye girişine izin verilmedi. Gerekçe olarak da Ruslara hizmet etmek amacıyla Bulgarların göçmenler arasında Çingeneleri koyarak onlardan ajan olarak yararlanmak istediği belirtildi. Zira Çingeneler hem Türkiye sınırına yakın yerde oturmaktaydı, hem de Türkçe bilmekte ve Türk adetlerine vakıf durumdaydılar. Türk Hükümeti, Çingeneler yüzünden 12 Eylül 1950 tarihinde sınırını kapattı ve ancak göçmenler Türk sınırında yoğun bir şekilde bekleşmeye başladılar. Bu durum karşısında Bulgar makamlarıyla yapılan görüşmeler sonucunda, Türkiye sınırını göçmenlere 22 Eylül tarihinde tekrar açtı. Türkiye sınırını tekrar göçmenlere açarken, Bulgaristan'la bir protokol yaptı ve vizesi bulunmayanlar ile Türk soyundan olmayan Çingenelerin Türkiye'ye gönderilmemesini şart koştu. Bulgar Hükümeti, göçmenlere ülkeyi terk etmeleri için 48 saat verdi ve süre sonunda Türkleri tren vagonlarına bindirerek Türk sınırına gönderdi. Bulgarlar bununla da yetinmeyerek, Türklerin yoğun biçimde yaşadıkları Kırcaali, Mestanlı, Darıdere, Kuşukovak ve Çorbacılar'dan 70 vagon dolusu Türkü Bulgaristan'ın kuzey ve batısına sürgüne gönderdiler. Bunun üzerine Türkiye sorunu, Birleşmiş Milletler Özel Siyasi Komisyonu'nda bulunan delegesi aracılığıyla komisyona bildirdi. 1950-1951 yıllarında Bulgaristan'dan gelen göçmenlerden Çanakkale ve çevresinde iskân edilme yerleri en fazla Çanakkale merkez ve köyleridir. BunuYenice, Gelibolu, Biga, Çan, Bayramiç, Lâpseki, Ayvacık ve Eceabat ilçeleri izlemektedir. 1935 yılında yapılan nüfus sayımına göre Çanakkale'de 200.889 Türkçe, 7.600, 7.319. Pomakça, 3.335 Çerkezce, 1.310 Boşnakça, 1.256 Yahudice, 280 Kıptice, 6 Abazaca, 1 Acemce, 1 Almanca, 3 Arapça, 177 Arnavutça, 183 Bulgarca, 1 Çekçe, 8 Ermenice, 7 Fransızca, 33 Gürcüce, 17 İngilizce, 34 İspanyolca, 1 İtalyanca, 92 Kürtçe, 16 Lazca, 7 Macarca, 4 Rumence, 3 Rusça, 7 Sırpça, 150 Tatarca, 46 diğer dillerden ve 3 anadilini belirtmeyen insan yaşamaktadır. Anadillere göre Çanakkale nüfusuna bakıldığında Kıptice (Çingenece)'nin 280 olduğu görülmektedir. Özellikle 1934 İskân Kanunu'ndan sonra Romanya ve Bulgaristan'da Müslüman Çingenelerin Türkiye'ye göç ettikleri ve bir kısmının Çanakkale'de iskân edildikleri görülmektedir. Bu durum İskân Kanunu'na aykırı görünse de göçmenlerin kendilerini “Çingene” olarak değil de sadece “Müslüman Türk” olarak tanımladıkları anlaşılmaktadır.
Mithat ATABAY
10 Şubat 1947 tarihinde, Bulgaristan'ın Paris Anlaşması'nı imzalamasından sonra ekonomik, siyasal, sosyal ve kültürel alanlarda ülkede önemli gelişmeler yaşandı. Bu süreçte Bulgaristan'da yaşayan Türklere karşı asimilasyon politikası başlatıldı. 10 Ağustos 1950 tarihinde, Bulgar Hükümeti, verdiği notayla 250 bin Bulgaristan Türkü'nün 3 ay içerisinde Türkiye'ye kabulünü istemiş ve göçler başlamıştır. Yaklaşık olarak 15 ay içerisinde 140 bin kişi Türkiye'ye göç etmiştir. Bulgaristan, Türkiye'ye göç etmek isteyen Bulgaristan vatandaşı Türklerin durumu ile ilgili olarak, Türkiye'nin Sofya Büyükelçiliği'ne, 10 Ağustos 1950 tarih ve 304-50-1 sayılı bir nota vererek, Türk asıllı tüm Bulgaristan vatandaşlarının üç ay içinde Türkiye tarafından kabul edilmesini istedi. Bu notaya Türkiye, Sofya Büyükelçiliği aracılığıyla şu cevabı verdi: “Türkiye'ye hicret etmek isteyen Bulgaristan vatandaşı Türklerin durumu ile ilgili olarak, 10 Ağustos 1950 tarihli ve 304-50-1 sayılı notasında, Bulgaristan Halk Cumhuriyeti Hükümeti'nin serdettiği mütalâaları dikkat ve ehemmiyetle incelemiş olduğunu Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı mezkûr hükümete bildirmekle şeref kazanır. Bulgar Hükümeti, meselenin aslı ile yakın bir münasebeti olmadığı halde, notasına ırk, din ve menşe farklarına bakmaksızın, bütün Bulgaristan vatandaşlarına eşit haklar tanımış olduğu, azınlıkları içtimaî, siyasî, harsı inkişafları bakımından vücudu muktazi şartların tahakkuk ettirildiği ve onların hayat seviyelerini yükseltmeğe yarayacak birçok tedbirler alınmış bulunduğu teminat ile başlayarak, 18 Ekim 1925 tarihli Türk-Bulgar ikamet mukavelenamesinde yazılı ve muhacerete müteallik hükümleri kendisinin gereği gibi tatbik etmekte olduğunu ve bu cümleden olarak, miktarı hâlen 250.000'i bulan ve Bulgaristan Türkiye'yi zor durumda bırakmak, Kış mevsiminin yaklaşması sebebiyle zorla göç ettirmek istediği Türklerin mallarını ucuza satmalarını temin etmek ve çok kısa bir sürede yüksek bir miktarda göçmenin Türkiye'ye gelmesi ile Türkiye'nin iç huzurunu bozmak istemiştir..." Türkiye'nin sınırını Bulgaristan'dan gelen göçmenlere kapatmasının asıl sebebi, Bulgarların göçmenler arasına vizesiz bazı kimseleri ve Çingeneleri karıştırmasıydı. 1934 yılında çıkarılan 2510 sayılı İskân Kanunu'na göre, Türk soyundan olanlar Türkiye'ye göçmen olarak gelebiliyordu. Kanunda Çingeneler Türk soyundan sayılmıyordu. 12 Eylül 1950 günü Bulgaristan'dan gelen 150 Çingene'nin Türkiye'ye girişine izin verilmedi. Gerekçe olarak da Ruslara hizmet etmek amacıyla Bulgarların göçmenler arasında Çingeneleri koyarak onlardan ajan olarak yararlanmak istediği belirtildi. Zira Çingeneler hem Türkiye sınırına yakın yerde oturmaktaydı, hem de Türkçe bilmekte ve Türk adetlerine vakıf durumdaydılar. Türk Hükümeti, Çingeneler yüzünden 12 Eylül 1950 tarihinde sınırını kapattı ve ancak göçmenler Türk sınırında yoğun bir şekilde bekleşmeye başladılar. Bu durum karşısında Bulgar makamlarıyla yapılan görüşmeler sonucunda, Türkiye sınırını göçmenlere 22 Eylül tarihinde tekrar açtı. Türkiye sınırını tekrar göçmenlere açarken, Bulgaristan'la bir protokol yaptı ve vizesi bulunmayanlar ile Türk soyundan olmayan Çingenelerin Türkiye'ye gönderilmemesini şart koştu. Bulgar Hükümeti, göçmenlere ülkeyi terk etmeleri için 48 saat verdi ve süre sonunda Türkleri tren vagonlarına bindirerek Türk sınırına gönderdi. Bulgarlar bununla da yetinmeyerek, Türklerin yoğun biçimde yaşadıkları Kırcaali, Mestanlı, Darıdere, Kuşukovak ve Çorbacılar'dan 70 vagon dolusu Türkü Bulgaristan'ın kuzey ve batısına sürgüne gönderdiler. Bunun üzerine Türkiye sorunu, Birleşmiş Milletler Özel Siyasi Komisyonu'nda bulunan delegesi aracılığıyla komisyona bildirdi. 1950-1951 yıllarında Bulgaristan'dan gelen göçmenlerden Çanakkale ve çevresinde iskân edilme yerleri en fazla Çanakkale merkez ve köyleridir. BunuYenice, Gelibolu, Biga, Çan, Bayramiç, Lâpseki, Ayvacık ve Eceabat ilçeleri izlemektedir. 1935 yılında yapılan nüfus sayımına göre Çanakkale'de 200.889 Türkçe, 7.600, 7.319. Pomakça, 3.335 Çerkezce, 1.310 Boşnakça, 1.256 Yahudice, 280 Kıptice, 6 Abazaca, 1 Acemce, 1 Almanca, 3 Arapça, 177 Arnavutça, 183 Bulgarca, 1 Çekçe, 8 Ermenice, 7 Fransızca, 33 Gürcüce, 17 İngilizce, 34 İspanyolca, 1 İtalyanca, 92 Kürtçe, 16 Lazca, 7 Macarca, 4 Rumence, 3 Rusça, 7 Sırpça, 150 Tatarca, 46 diğer dillerden ve 3 anadilini belirtmeyen insan yaşamaktadır. Anadillere göre Çanakkale nüfusuna bakıldığında Kıptice (Çingenece)'nin 280 olduğu görülmektedir. Özellikle 1934 İskân Kanunu'ndan sonra Romanya ve Bulgaristan'da Müslüman Çingenelerin Türkiye'ye göç ettikleri ve bir kısmının Çanakkale'de iskân edildikleri görülmektedir. Bu durum İskân Kanunu'na aykırı görünse de göçmenlerin kendilerini “Çingene” olarak değil de sadece “Müslüman Türk” olarak tanımladıkları anlaşılmaktadır.
Mithat ATABAY