Amcam, mallar kolay satılıyor diye seviniyordu... ( - 2. )

*** Pazara getirdiğimiz her satılık eşya, kapış kapış gidiyor. Amcam ise mallar kolay satılıyor diye seviniyordu. Halbuki, hemen satılmalarının nedeni 'sudan ucuz' olmalarıydı. *** Getirdiğimiz bir Rus malı otomatik çamaşır makinesi vardı, 2800 TL'ye satışa çıkardık ve daha sabahtan gelip biri aldı gitti. Aynı adam akşam üzeri geldi ve amcama 'Sayende bugün 2000 lira kazandım.' dedi. Meğer, adam amcamdan aldığı bu çamaşır makinesini 4800 liraya satmış. *** Bizler, 1989 yılı göçmenlerine göre, eşya ve maddiyat açısından şanslıydık, fakat ticari tecrübesizliğimizden dolayı yukarıda anlattığım gibi, o eşyaları değerlerinin altında elden çıkararak çarçur ettik.

PAYLAŞ

   İlk bölümde anlattığım gibi, Çorlu’ya yerleşik. Bizden önce, 1972 yılında göç eden Ahmet amcamın bizim için tutmuş olduğu kiralık eve yerleştik. Evin her tarafı, kullanmak ve satmak için getirdiğimiz eşyalar ile tavana kadar doldu. Biz yine şanslıyız, bizden önce gelip de, bize önayak olan bir amcamız var ve kış ağzında açıkta, ayazda kalmadık. Bizden birkaç ay önce, bizimle aynı zamanda ve bizden sonra gelen bir çok kişi, kışın başında ve ortasında eşyaları ile birlikte çoluk-çocuk yol ortasında açıkta kaldılar. Bunun nedeni, bu kişiler için önceden ev bulunup kiralanmamasıydı. Kiralık ev, "ha" deyince, üstelik bir başka ülkeden gelen hiç tanımadığın kişilere kiralanamıyordu.

   İlk telaşı ve heyecanı atlatınca, amcam da getirdiği eşyaları bir an önce satıp, arsa ve ev alma telaşı başladı. Amcam, bizden önce gelenlerin (Bizim dönemimiz göçü, 1976 yılı yaz ortası başladı ve 1978 yılı yaz ortası bitti.) getirdikleri eşyalar ile bizden sonra geleceklerin getirecekleri eşyalar ile piyasanın doyacağını ve bir an önce onları satıp elden çıkarmazsa, malları elinde kalıp satılamayacağından dolayı telaşlanıyordu. Halbuki, bırakın gelen yaklaşık 180 000 göçmenin getirdiği eşyayı, bütün Bulgaristan’ın eşyası gelse, tabiri caizse, Türkiye’nin diş kovuğunu doldurmazdı.

   İşte böyle bir psikoloji ile getirdiğimiz eşyaları Çorlu’da Salı ve Cuma günleri kurulan pazara çıkarmaya başladık. Biz, çocuklar da pazar yerine gidiyorduk, çünkü “şehadetname” denilen Bulgaristan’dan getirdiğimiz diplomalarımız, Milli Eğitim Bakanlığı'na gönderilmiş ve henüz onaylanıp gelmediği için, bizler okula başlamamıştık. Pazara getirdiğimiz her satılık eşya, kapış kapış gidiyor. Amcam ise mallar kolay satılıyor diye seviniyordu. Halbuki, hemen satılmalarının nedeni “sudan ucuz” olmalarıydı. O dönemde, kimden, nereden o bilgiyi ve aklı aldıysa, amcam malların değerini, Bulgaristan’daki değerlerini 3 ile çarpıyor ve böyle fiyatlandırıyordu. Bu nedenle de piyasaya göre çok ucuz oldukları için kapış kapış gidiyorlardı... Halbuki, babaannem tarafından bir dayımız vardı (Amcamlara dayı, bize amca oluyordu, ancak biz de dayı derdik ona.), adı üstünde Cambaz Veli. Amcama adamcağız şöyle nasihat etmişti; “Siz, Türkiye’nin piyasasını bilmezsiniz. Bir malınızı satmadan önce şöyle dükkanları dolaş, senin malının benzeri kaça satılıyor bak, öğren. Ondan sonra pazara çıkar ve biraz ucuza sat”. Tabi ki, ticaret bilgisi ve tecrübesi olmayınca, amcam bu değerli ticaret öğüdünün kıymetini idrak edemedi ve uygulamadı.

   Yukarıda bahsettiğim gibi üçe çarpıp sattık... Getirdiğimiz bir Rus malı otomatik çamaşır makinesi vardı, 2800 TL'ye satışa çıkardık ve daha sabahtan gelip biri aldı gitti. Aynı adam akşam üzeri geldi ve amcama “Sayende bugün 2000 lira kazandım.“ dedi. Meğer, adam amcamdan aldığı bu çamaşır makinesini 4800 liraya satmış. Amcam, bunu duyunca oldu bir sepet arı. Adama kızıyor ve söyleniyor, fakat kabahat adamda değil, kabahat amcamda. Cambaz Veli dayıyı dinlemedi, piyasa araştırması yapmadı ve üçe çarptı verdi. Adamın kabahati, gelip amcama uyanıklığını söyleyip övünmesiydi... Şahsen benim için havaların soğuğu dışında pazarcılık günlerimiz güzel geçiyordu. Ben, 14-15 yaşında çocuk olduğum için, bizden eşya alan kadınların evlerine kadar yardım ediyordum. Özellikle, 30 adede yakın "guguklu" saat getirmiştik. Bunların evlerde yerlerine montajı ve "gugukunun" doğru zamanda ötmesi için ayarlanması bayağı maharet isterdi. Bir işe yarıyor olmak beni mutlu ederdi.

   Amcam, satılan eşyaların paralarını, çalınmasın diye, hemen bankaya yatırıyordu. Ne faizden haberimiz vardı, ne vadeli hesaptan. Vadesiz, faizsiz yatırıyordu.Banka müdürü ve görevlileri amcamı güler yüzle karşılıyor ve ona çay, kahve ısmarlıyozrlaardı Bulgaristan’da alışık olmadığı, bu muamele onun hoşuna giderdi ve çok memnun olurdu. Çok sonra idrak ettik ki, rağbet amcama değil paraya imiş...

   Birde o dönem, bizim göçmenler arasında altına “soğuk” bakma çok yaygındı. Çoğumuz altın bileziğe veya başka bir altın eşyaya “Daha evi-yeri yok, almış koluna 10 bilezik takmış! "gibi yadırgayıcı bir anlayışa sahiptik. Halbuki, o günlerde enflasyon bırakın yıllığı, günlük değişiyordu. Enflasyona karşı en büyük korunma aracı altın idi, fakat bizler onu yatırım aracı olarak görmedik, süs eşyası olarak görüyorduk. Amcam, paraları bankaya yatıracağına, yengeme ve kızına bilezik yapıp, daha sonra da bunları arsa ve ev için bozdursaydı, çok daha zahmetsiz ev- mülk sahibi olurdu.

   Bizler, 1989 yılı göçmenlerine göre, eşya ve maddiyat açısından şanslıydık, fakat ticari tecrübesizliğimizden dolayı yukarıda anlattığım gibi, o eşyaları değerlerinin altında elden çıkararak çarçur ettik. Çok az göçmen kişi, gerek hısım akrabasının ön-ayak olması, gerekse daha Bulgaristan’dan ticari tecrübesi sebebiyle, genel göçmen kafilesinden farklı olarak, malını mülkünü değerlendirebildi.

Behlül ŞENYÜREK

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN