Alkayalı Hüseyin Pehlivan
* Bütün sporcular gibi ben de sağlam kafanın sağlam vücutta bulunacağına inanıyorum. Güreşte aklın rolü büyüktür. Sade kuvvet ile galip gelinmez. Güreşte yüz altmışaltı oyun vardır. Bunları yerine ve adamına göre kullanmak bir zeka işidir. Diğer pehlivanlarımıza bakarak benim bilhassa belim ve ensem kuvvetlidir, göğsüm geniştir.
Meşhur Tekirdağlı Hüseyin Pehlivan, 8 Kasım 1946 tarihinde verdiği bir demeçte, kendi hayatını şöyle anlatır:
"1908 yılında, Kırcaali’nin Alkaya ( Çervena Skala ) köyünde doğdum. Soyadım köyümün adıdır. Babam Osman, çiftçilik ve bakkallık ederdi. Güreşe meraklı olmakla birlikte yalnız bayramlarda güreşirdi. Ellibeş yaşında köyünde öldü.
Bende ilk güreş merakı, ağabeylerim Ali ve Bekir’den görerek başladı. On dört yaşıma gelince her ikisini yendim. Kardeşlerim çok kabiliyetli olduğumu görünce beni hiçbir işe sokmadılar. Biz çalışırız sen güreşi ilerlet dediler.
On beş yaşımda evlendim. On dokuz yaşıma geldiğimde civarımızdaki bütün pehlivanları yenmiş bulunuyordum. Bulgaristan’da son güreşimi Elmalı yaylasındaki Koşukavak panayırında 120 kiloluk bir Bulgar ile yaptım. Bulgarı üst üste birkaç defa yendiğim halde kabul edilmedi. Üstelik gece beni öldürmeye kalktılar.
Bunun üzerine pasaport alarak ailem ile 1927’de Tekirdağ’a geldim. Çiftlikönü mahallesinde bir ev tuttum. Bir gün bu ev üzerimize yıkıldı. Kayınpederim ve kayınvalidem, baldızımın iki kızı, üç komşu kadın öldüler. Allah karımı ve çocuklarımı esirgedi. Tekirdağ’da yaptığım ilk güreşlerde yenildim.
Beni 1929’da yenenlerin başında Uzunköprülü Hüseyin gelir. Bunun üzerine hayatımı kazanmak için çapaya gittim. Bu sıralarda yeni harfleri okuyup yazmayı öğrendim. Memleketimde yalnız bir yıl okula gitmiş, eski yazıyı bile belleyememiştim. Ailemi geçindirmek için bir yandan mütemadiyen çalışıyor, fakat güreşten kendimi alamıyordum.
1929 yılının Ramazanında İstanbul’a gittim. On beş gün güreştim. Ramazanın on beşinden sonra, Bayburtlu Kara Yusuf benimle beraber dört genç pehlivanı Samsun’a götürdü. Samsun ve civarında dört ay kaldık. Hiç para kazanamadım fakat pehlivanlıkta piştim.
Samsun’dan sonra ilk güreşimi Düzce’de yaptım. Burada Baş Pehlivan Cemal ile karşılaştım ve başaltına güreştim. Güreşimiz 6 saat sürdü ve yenişemedik. Bundan sonra beni hep başa güreştirdiler. Güreşlerini dikkatle takip ettiğim ve beraber gezerek faydalandığım ustalarım Mandıralı Ahmet, Kara Ali, Manisalı Rıfat, Çoban Mehmet’ten başka Mülayim, Cemal, Çoban Mahmut, Molla Mehmet ve Şumnulu Arif gibi rakipler ile karşılaştım. Bunlar arasında 1929’dan 1933’e kadar birçok güreşler yaptım ve kendimi ezdirmedim. 1933’ten sonra aramız ciddileşti. Daima mertçe tutuştuk.
Nihayet 1936’da Eminönü Halk Evi Başpehlivanlık güreşi tertip etti. Burada 1935’in baş pehlivanı Kara Ali Mülayim'i, Afyonlu Süleyman’ı ve Arif’i yenerek başpehlivanlık kemerini aldım. Taksim'de üst üste üç yıl tekrarlanan bu güreşleri daima kazandım.
Büyük Atatürk, başarılarıma alaka gösterdi. Beni, Çoban Mehmet ve Büyük Mustafa ile Florya’ya çağırarak güreştirdi. Bizi iltifatları ve bahşişleriyle sevindirdi.
1938 kışında, organizatör Asım Rıdvan ile Paris’e gittim. Önce derecemin anlaşılması için hususi kulüplerde elli pehlivan ile güreştim. Bir hafta içinde ve geceleri oldu. Karşıma çıkanları en çok on dakikada yendim. Sonra Finlandiyalı, Bulgar ve Fransız olmak üzere dört tanınmış pehlivan ile otuz bin seyirci önünde karşılaştım. Dördünü de beşer dakikada yere vurdum. Bunu üzerine organizatör Raul Paul beni odasına çağırdı. Fransız şampiyonu Deglen ile yapacağım üç maçı kaybedersem on bin Türk lirası vereceğini söyledi. Damarlarımdaki Türk kanı buna asla müsaade etmedi. Yabancı bir memlekette baş pehlivan sıfatıyla temsil etmekte bulunduğum şerefi her şeyin üstünde olduğundan, bu şeref için almak değil, her şeyimi vermeğe, her an hazır olduğumdan teklifi derhal reddettim. Mertçe karşılaşmama imkan verilmedi. Memleketime döndüm...
1939 Kırkpınar güreşlerinde Beden Terbiyesi Umum Müdürlüğü tarafından Kurt Dereli Mehmet pehlivan adına altın bir kemer ortaya kondu. Bu kemer üst üste üç yıl baş pehlivanlığı muhafaza edenin olacaktı. Azmim ve kuvvetim ile bunda da muvaffak oldum ve kemeri aldım.
1942 Kırkpınar güreşlerinde Babaeskili İbrahim baş pehlivan ilan edildi ise de sonra onu birkaç kere yendim. Bilhassa Afyon'da bir dakikada sırtını yere getirdim.
Şimdi otuz sekiz yaşındayım. Yüz on kiloyum. Boyum 178, ensem 52 santimdir. Kuvvetimden hiçbir şey kaybetmedim. Karşıma çıkacak her pehlivanı yenmeğe hazırım. Baş pehlivan oluncaya dek en büyük rakibim Mülayim idi. Onunla belki elli güreş yaptım. Önce Çorlu'da yendim, sonra karşımda dayanamadı.
Baş pehlivan oluncaya kadar hiçbir resmi ve hususi yardım görmedim. Türkiye’ye gelince, yuvamı sevdiğim Tekirdağ’da kurup geliştirdiğim için kendimi Tekirdağlı olarak tanıttım. Tekirdağ vilayeti kendisine kazandırdığım şerefe mukabil bana bir ev hediye etmek istedi. General Kemal Balıkesir ve Vali Sakıp Beygo’nun teşebbüsleri ile işe başlandı. Fakat harp dolayısıyla, Sayın General Tekirdağ’dan ayrılınca inşaat yüz üstü kaldı. Bununla beraber bir ev sahibi olmama yol açan ve yardım eden şahıslara teşekkür borcumdur. Bugün içinde rahat ediyor ve birkaç kuruş kira alıyorum. Besim, Muhsin, Metin adlarında üç oğlum, Ayten adında bir kızım var...
Pehlivanlıkta esas kuvvet ve akıldır. İnsanın akılsızı pehlivan olur sözü, bu sporu sevmeyenlerin uydurmasıdır ve yanlıştır. Bütün sporcular gibi ben de sağlam kafanın sağlam vücutta bulunacağına inanıyorum. Güreşte aklın rolü büyüktür. Sade kuvvet ile galip gelinmez. Güreşte yüz altmışaltı oyun vardır. Bunları yerine ve adamına göre kullanmak bir zeka işidir. Diğer pehlivanlarımıza bakarak benim bilhassa belim ve ensem kuvvetlidir, göğsüm geniştir. Yaptığım asıl güreş serbest güreştir. Devletçe ehemmiyet verilen alafranga, halkın sevdiği yağlı güreşlerdir. Yenilerden Yaşar Doğu’yu ve Celal Atik’i beğeniyorum. Yağlıda Babaeskililer; Sındırgılı Şerif, Karacabeyli Hayati, Lüleburgazlı Ali ve Ahmet, Hayrabolulu Süleyman, Manisalı Halil aynı ayardadırlar. Şimdi İngiltere’ye ve Amerika’ya gitmek, Türkün malum kuvvetini onlara da göstermek istiyorum…''
Yorumlar 1
Sebahin Ahmetoğlu 07 Şubat 2022 13:47
Alkaya köyünün Bulgarca adı Krayno selo ilgililerin bilgisine.