EKMEK
Aylardan Haziran. Güneşin en bol olduğu, tahılların olgunlaştığı zaman. Ekin tarlalarından geçerken ağırlıktan boynunu eğmiş başakları görünce, ilk ekmek geliyor insanın aklına. Başımızın üzerinde olan, büyük harflerle yazılan EKMEK.
EKMEK
Önce sofra bezi serilir. Bunun ardından ailedeki bireylerin konumuna göre, herkes sofradaki yerini alır. Çocuk kısmı sofraya yaşlılardan önce asla oturmaz. Sofrada yaşlıların yeri neredeyse, kutsallaşmıştır. Yaşlıların yerine kimse oturmaz. Her Rodoplu Müslüman evinde musandıra denen bir yer vardır ki, ekmeğin yeri de oradadır.
Ekmek açıkta tutulmaz. Bizim yörede ekmeğin sarıldığı beze "mendil" ya da "peşkir" denir. Fırın olmayan yerde ekmek ateşte, korlar altında pişer. Kimi aileler, saçtan ya da topraktan yapılmış "çenepe" kullanırlar. Ekmek pişmeye başladığı zaman etrafa nefis bir koku salar. Adeta, gördünüz mü, ben pişiyorum, der.
Çenepe altından çıkarılan pişmiş ekmek mendile sarılır. Bu böyle beş on dakika kalır. Açlıktan ölüyorum, desen bile sana ekmeği kırıp vermezler. Ekmeğin sıcak halde tüketilmesinin zararlı olduğu evvelden ezelden bilinen şeydir. Ekmek tarlasına "gidecektir"...
Sofrada herkes yerini aldı diyelim, yemeğe "besmele" ile başlarlar. Sofranın yaşlısı ekmeği herkese konumuna göre taksim eder. Yakına gelince, ekmeği bıçakla kesmek, dilim dilim etmek, günah sayılırdı.
Zaten bir Müslüman evinde ekmeğin kutsallığı dillere destandır. Yemek yendikten sonra, sofra bezi itina ile toplanır. Ekmek, yemek parçacıklarının üzerine basılmaması için dikkat edilir. Dikkatsizlik yüzünden de olsa ekmek kırıntısının ayak altına alınması günahların en büyüğüdür. Bu kolay bağışlanamaz bir suçtur... Türk insanının ekmeği bunca kutsallaştırması, onu adeta başının üzerinde tutması, bizi derin mazilere götüreceği kuşkusuzdur.
İnsanoğlu, ekmeği buluncaya dek, geçimini avladığı hayvan etleri ile sağlıyormuş. Bu tarihi gerçeği çocuklar daha ilkokulda öğreniyorlar...
Ekmek ne zaman ortaya çıkmış?
Milattan çok gerilere gitmemiz gerekir. İnsanların temel besini olan ekmekle ilgili MÖ.7. yüzyılda “Hamur yoğuranlar" Yunan heykelciği bunu doğrulamaktadır.
Türkler, daha Orta Asya'da yaşamlarını toprağa bağlamışlardı. Tarlalarına attıkları tohuma güveniyorlardı. Oralardan Batı'ya doğru gelmeleri de yıllarca süren kuraklık yüzünden olmuştur.
Bizim Rodop insanına gelince de farklı bir şeyden söz edemeyiz. O, buğday, mısır, arpa, çavdar ektiği birkaç evlek toprak parçasını canı pahasına korumayı bilmiştir. Zaten onun birkaç evlek tarlası, bir o kadar da çayırı, ormanı olmuştur. Rodop Türkleri, binbir çile ile ürettikleri tahılı una dönüştürmek için, köylerinden uzak değirmenleri de aramazlardı çoğu kez. Hemen hemen her Türk'ün evinde el değirmenleri bulunurdu. Ekmeklik unları, kendileri öğütürlerdi. Bu iş de çok sabır ve marifet isterdi. Unun kına ile karıştırılması çok yaygındır. Genelde ev kadınları, anneler değirmen taşını elleriyle bir saat kadar çevirdikten sonra, oluktan çıkan unu parmaklarıyla dokunurlar, yorgun bir gülümseme ile, "kına gibi un oldu " derler...
Ekmek, bundan böyle de hayatın ta kendisi olmayı sürdürecektir. Halkımız ekmekle ilgili ne oturaklı deyim ve atasözleri yaratmış, kullanmış ve hala da kullanmaktadır."Adamın ekmeği ile oynama!" fevkalede bir uyarıdır. "Ekmek teknesi", "Ekmeğin aslanın ağzında", "Ekmek kapısı", "Ekmek düşmanı"...
Şu atasözleri üzerinde duralım; “Ekmeğine kuru, ayranına duru mu dedik". Açıklamasına gelince;"Seni gücendirecek, küçük düşürecek bir söz mü söyledik, buna benzer bir tavır mı sergiledik?" "Ekmeğini it yer, yakasını bit". Beceriksizliği ve cimriliği yüzünden geçimin sağlayamayan, yoksulluk çekenleri anlatır.
Aylardan Haziran. Güneşin en bol olduğu, tahılların olgunlaştığı zaman. Ekin tarlalarından geçerken ağırlıktan boynunu eğmiş başakları görünce, ilk ekmek geliyor insanın aklına. Başımızın üzerinde olan, büyük harflerle yazılan; EKMEK.
Emel BALIKÇI