Kiraz Dudaklı Kadın -

Kiraz Dudaklı Kadın


Kasabanın kenar ve en dar sokaklarından birinde oturuyorlardı. Her nedense, bu semtin evlerinin pencereleri hep tavana yakın yapılmıştı. Yani içeride dolaşan orta boylu bir insan pencereden bakıp, sokağı göremezdi.

Sokakta uzun zamandır boş duran eve bir kiracı geldi. Kadın ve kocası memurmuş. Temiz, pak giyimli, edepli, terbiyeli insanlardı. Komşular "ne de olsa mürekkep yalamış" deyip, takdir ve hayranlıklarını bildirdiler.

Bu sokakta yaşı yirmiyi geçmiş okumuş kız bulamazsınız. Şimdikiler okuyorlar ama eskiden kız kısmına fazla okumak yaramaz, "Erkeğin okumuşu hacı, kadının okumuşu cadı." olur derlerdi.

Hoş erkek çocuklar da okuyamazlardı. İlkokulu bitirenleri bir ustanın yanına çırak olarak verirlerdi. Her esnafın, her zanaatkarın yanında çırakları olurdu. Meslek öyle öğrenilirdi.

Sokağa gelen yeni komşu da pek güzel bir tazeydi. Her sabah kocası ile birlikte tertemiz giyinip, dudaklarını altıparmak kirazı rengine boyayıp, memurluk yaptıkları yere giderlerdi. Hangi dairede, nerede çalıştıklarını kimse bilmezdi. Evlerine gidip, şöyle bir hoş geldiniz demek henüz kimseye nasip olmamıştı. Cumartesi günleri daireden çıktıktan sonra, küçük bir tahta bavula bir kaç parça eşyalarını alıp, köydeki hasta ve kimsesiz halalarına gidiyorlardı.

İyi insanlardı, canım. Maşallah, hiç kimse kavga ve gürültülerini de duymamıştı. Genç gelinin hem kendi hem de huyu pek güzeldi anlaşılan. Sokağın yeni yetmeleri ufaktan çapkınlık işlerine başlamışlardı. Hepsinin bir kapının arkasında yolunu veya mektubunu gözleyeni vardı. Elektrikçi çırağı Hüseyin hariç.

Bir gün memur komşuların evinde elektrikler patlamış. Onu çağırmışlardı. Kadını o zaman bu kadar yakından görmüştü. Dolgun ve kiraz rengi dudakları ile içtiği sigarayı, bilerek ya da bilmeyerek yüzüne üflemişti de kalbi yerinden çıkacak gibi olmuştu. O günden sonra, işe gidiş gelişlerini hep onların gidiş geliş saatine uydurup, mutlaka o güzel dudaklı kadını görüyordu. Kadın da alçak gönüllüydü, Allah için. Her karşılaştıklarında, kiraz rengi dudakları ile tatlı tatlı gülümsüyordu.

Ne var ki, Hüseyin'in askerliği pek yakındı. Ve askerlik için celbi geliverdi. Askere gitmeden önceki son gün ustası onu yanına çağırdı.

- Oğlum, şimdi seninle bir eve gideceğiz. Ama orada gördüklerini asla kimseye söylemeyeceksin. Müşteridir, bize ihtiyacı var. Elektrikleri arıza yapmış. Gidip, tamir edip çıkacağız. Sakın fazla etrafına bakınma.

Takım çantalarını alıp, yürüyerek yola koyuldular. Kasabanın diğer köşesinde, yüksek duvarlı bahçe içinde bir eve girdiler. Kapının önünde bir sürü erkek bekleşiyordu. Usta kendini tanıtıp, içeri girdi.

Memur kadının fötr şapkalı kocası bir masa başında oturuyor, gelen erkeklere para karşılığı birer numara veriyordu. Oda kapılarının üstünde de numaralar vardı. Açılan kapılardan erkekler ve yarı çıplak kadınlar çıkıyordu. Hüseyin nereye geldiğini anlamıştı, ama bu memur adamın burada ne işi vardı?

Aynı anda açılan bir kapıdan, kiraz dudaklı kadın, yarı çıplak çıktı. Birden genç delikanlı ile göz göze geldiler. İkisi de utanmış gibi başlarını çevirdiler birbirlerinden. Hüseyin, o olayı hiç kimseye anlatmadan askere gitti.

Acemi birliğinden sonra, bir doğu iline jandarma olarak gönderildi. Usta askerlerin izin günlerinde gittikleri bazı evlerden bahsediyorlardı. Oradaki kadınların güzelliklerinden falan. Hüseyin nedense o muhabbetlere hiç karışmak istemedi. Terhisine yakın arkadaşlarının ısrarı ile o da gidiverdi. Elinde numarasını tuttuğu kapının arkasında, birden tanıdık bir yüz çıkıverdi karşısına.

Geri dönmek istedi. Kadın kolundan tutup, içeri çekti.

- Nasılsa paramı ödedin. Hiç olmazsa gir içeri konuşalım.

- Ne konuşalım?

- O adam benim kocam değil. Satıyor beni.

- Anlamıştım. Neden ayrılmıyorsun ondan?

- İzin vermez. Köleyim ben.

- Deme öyle, ben sana vurulmuştum.

-Anlamıştım. Kaçır beni! Ne zaman terhis oluyorsun?

- Hangi gün? Çarşamba günü trene bineceğim. Sabaha karşı saat üç buçukta geçen Haydarpaşa Trenine.

- Git şimdi. Hiç kimseye bir şey söyleme. Ben de o trende olacağım. Hüseyin, sağlı sollu yumruk yemiş gibi çıktı dışarı. Gene kimseye bir şey söylemedi. Üç gün sonra terhis olunca nefes nefese istasyona koştu. Onu aradı ama göremedi.

Tren neredeyse gelmek üzereydi. Bir at arabası hızla istasyona geldi. Karanlıkta uzun mantolu bir kadın indi. Acele ile bilet almaya koştu. İçeride yeni terhis olmuş bir sürü askerin arasından geçip bilet alması kolay olmadı. Birisi onu tanıyacak diye çok korkuyordu. Çok şükür tanıyan olmadan trene bindi. Aslında iki kişilik ve birinci mevki için bilet almıştı. Trende, Hüseyin'i bulup birinci mevkideki yataklı kompartımana aldı. Kapıyı kilitlediler.

Kadın ağladı anlattı, ağladı anlattı. Hüseyin, onun omuzuna düşen başını okşadı. Kadın bir an duraksadı, sevgilisine baktı ve soğukkanlılık içinde bir itirafta bulundu;

- Onu öldürdüm! Başka türlü kurtulamazdım...

Hüseyin, soru sormadı. Kadını anasına götürdü. Eski memur komşunun kocası rahmetli olmuştu. Askerdeyken kadın ona çok yardım etmişti ve büyükler de izin verirlerse, evlenmek istiyorlardı.

Ertesi gün, konu komşu çağrılıp bir nişan takıldı. Resmi muameleler için beklemek gerekiyordu. Gazeteler, faili meçhul cinayetin katilini arıyorlardı. Nikah günü kapıya polisler geldi. İzin istedi kadın. Başımdan nikah geçmeden ölmeyeyim. Suçumun cezası idamdır bilirim, bir cana kıydım dedi. Polisler şahitlik yaptılar, iki genç evlendi.

İdam cezası henüz kaldırılmamıştı. Kiraz dudaklı kadın bir gece sabaha karşı asıldı... 

YAZIYI PAYLAŞ!

YAZARIN SON 5 YAZISI
29Oca
22Ara
01Ekm

Fosforlu Cevriye

01May

Bahçemizin yeni gurmesi

29Oca

Başınıza zoom gelmesin...