ÇARESİZLİK BİZİM KADERİMİZ Mİ ?

Türkiye – Bulgaristan arasında gerçekleşen üst düzeydeki siyasi görüşmeler, Bulgaristan'da yaşayan Türkleri her zaman heyecanlandırıp, umutlandırmıştır. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov'un en son Türkiye ziyaretine de umutla bakıldı.Fakat geçmişe de dönersek, yetmişli senelerdeki çocukluğumda, rahmetli babam, her Demirel-Jivkov, Ecevit- Jivkov görüşmelerinden bir göç antlaşmasının imzalanacağını umut ediyordu ve Ankara Radyosun'dan haberleri dinlerken evin içinde çıt sesi çıkartmıyordu.

PAYLAŞ
Misyon Gazetesi -

 

 

 

ÇARESİZLİK BİZİM KADERİMİZ Mİ ?

Türkiye – Bulgaristan arasında gerçekleşen üst düzeydeki siyasi görüşmeler, Bulgaristan’da yaşayan Türkleri her zaman heyecanlandırıp, umutlandırmıştır. Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un en son Türkiye ziyaretine de umutla bakıldı.Fakat geçmişe de dönersek, yetmişli senelerdeki çocukluğumda, rahmetli babam, her Demirel-Jivkov, Ecevit- Jivkov görüşmelerinden bir göç antlaşmasının imzalanacağını umut ediyordu ve Ankara Radyosun'dan haberleri dinlerken evin içinde çıt sesi çıkartmıyordu.

1982 yılında, Kenan Evren’in resmi Bulgaristan ziyaretinde ise, Sofya’da çalışan 20 yaşında bir gençtim ve Evren, Sofya sokaklarından geçerken kendisine bayrak sallayanlar arasındaydım. İlk gençlik yıllarımda, Kenan Evren- Jivkov görüşmesinden bir şeylerin değişeceğinden bende hayli umutluydum. Evren- Jivkov görüşmesinden hemen bir yıl sonra, yani Mart 1983 yılında, Bulgaristan’da yaşayan bazı Türk ailelerinin fertlerine, “Sizde Pomaklık var” gerekçesiyle, 1984 yılının sonundan sonra ise, “Sizin soyunuz Slav” gerekçesiyle, tüm Türklere zor kullanılarak Hıristiyan- Slav isimleri verilmeye başlandı. Bu asimilasyon döneminde, dışişleri bakanları düzeyindeki Vahit Halefoğlu- Mladenov, Mesut Yılmaz- Mladenov görüşmelerinden de hiçbir sonuç çıkmıyordu ve hepimiz umutsuzluğa kapılıyorduk…

Bulgaristan, 1990 yılında, sözde demokrasiye geçtikten sonra da, Türkiye-Bulgaristan arasında gerçekleşen Başbakanlar düzeyindeki görüşmelerde, maalesef, Bulgaristan’da yaşayan Türkler açısından değişen bir şey olmadı; Bulgaristan’da yaşayan Türklere karşı yürütülen gizli asimilasyon, etnik temizlik, ayrımcılık gibi politikalara devam edildi. 2015 yılının sonuna kadar, HÖH/D(p)S’nin Bulgaristan’da Türklere karşı yürüttüğü ihanet politikası, Türkiye- Bulgaristan ilişkilerinde de hep belirleyici oldu.

Nihayet 2015 yılının sonundaki resmi Sofya ziyaretinde, dönemin Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Ahmet Davutoğlu, “Bulgaristan’da yaşayan soydaşlarımız, Türkiye ile  Bulgaristan ile arasında bir köprüdür. Onlar Bulgaristan’ın eşit vatandaşları olarak, bu topraklarda, kendi topraklarında, Bulgaristan’da huzur içinde yaşamaları bağlamında elimizden gelen her türlü çabayı göstermemiz doğal” çıkışını yaptı. Davutoğlu, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin yaşadığı bölgelerde hayvancılığın, sebze ve seracılığın geliştirilmesi için, resmi olarak hala açıklanmasa da, ilk aşamada 200 milyon, daha sonra bunu 1 milyar Euro’ya çıkarma gibi, somut yatırımlar yapma önerisinde bulundu. Ancak Davutoğlu’nun bu önerisinden sonra, Bulgaristan’da garip bir olay yaşandı. Tüm dünya devletleri, kendi ülkelerine yatırım yapılmasını isterken, Bulgaristan’daki bazı odaklar ”Türkiye’den yatırım istemiyoruz” diyerek fırtınalar kopardılar. Çünkü kendi ganimetleri, yani bir nevi köleleri olarak gördükleri Türklerin ekonomik olarak kalkınmasını, kendileri açısından bir tehdit olarak görüyorlardı ve “memleket elden gidiyor” edebiyatıyla, geniş kitlelere ne kadar “vatansever” olduklarını da göstermeyi ihmal etmediler. Davutoğlu’nun aynı önerisinden sonra, senelerdir Türklerin partisi olarak lanse edilen HÖH/D(p)S de tamamen deşifre oldu ve Bulgaristan’da yaşayan Türkleri Hıristiyan- Slav kültürüyle bütünleştirme misyonunu üstlendiğini artık gizleyemez oldu. Her ne kadar o zamana kadar eleştirilerimizin hedefi olsa da, o dönemde HÖH/D(p)S başkanı olan Lütfi Mestan, Davutoğlu’nun önerdiği yatırımları desteklediği için parti başkanlığından ve parti üyeliğinden ihraç edilmiş oldu.

“Her işte bir hayır var!” derler ya, bu olaydan hemen sonra, hala Hıristiyan- Slav kültürüyle bütünleşmiş olmayan kitleler DOST Partisini kurdular. DOST Partisinin kuruluşundan sonra, Bulgaristan devletinin içine kümelenmiş aynı odaklar, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin hak ve demokrasi arayışından ne kadar korktukları da ortaya çıktı. Bu korku, o kadar güçlü bir korku oldu ki, Bulgaristan Anayasası, – seçim yasası dahil- birçok yasanın çiğnenmesine neden oldu. Bulgaristan genel seçimlerinde Türkiye’deki göçmenlerin oy kullanmaları için kurulan seçim sandıklarının 135’ten 35’ e düşürülmesi, üstelik geçen Mart ayında yapılan genel seçimlerde aynı sandıklarda Türkiye’de oy kullanmak isteyenlere Kiril alfabesiyle dilekçe doldurma şartı getirilmesi, Türk asıllı yaşlı kadın seçmenlerin Bulgaristan’da tartaklanması, buna benzer çeşitli yasadışı baskıların, bu korkunun sadece birkaç örnekleridir. Böylece Bulgaristan’da yaşayan Türklerin bir sömürge halkı olarak görüldüğünü tüm dünya görmüş oldu.

Bulgaristan Başbakanı Boyko Borisov’un son resmi Türkiye ziyaretine gelince…

Bu ziyaret esnasında, Başbakan Binali Yıldırım, “Türkiye’de yaşayan Bulgaristan kökenli soydaşlarımız var, Bulgaristan’da yaşayan yine Türk kökenli soydaşlarımız var. Bunlar iki ülke arasındaki ilişkilerin gelişmesi için her ikimizin de ilişkilerimizi sağlamlaştıran önemli unsurlardır. Dolaysıyla bu ilişkilerimizin zenginliğini oluşturuyor. Sizin geçmiş yıllarda orada yaşayan soydaşlarımıza karşı gösterdiğiniz samimi ve dostça tutum onların takdirini kazanmıştır. Aynı zamanda aşırı uçların ve akımların da faaliyetlerini bir ölçüde sınırlandırmıştır. Bundan böyle ilişkilerimizde geçmişte geçici dönemlerde yaşanan bazı olumsuzlukları bir kenara bırakıp, bundan sonra bir yandan Avrupa Birliği entegrasyonu diğer yandan da NATO içerisindeki müttefikliğimizin getirdiği güçle çok daha güzel projelere, işlere birlikte imza atabiliriz.” açıklamasını yaptı.

Başbakan Binali Yıldırım, geçen Ağustos ayında Bulgaristan Başbakanı ile Sofya’da yaptığı görüşmede, Türkiye’de yaşayan özbeöz Türk olan göçmenler için “Bulgar kökenli” diyerek gaf yaptığı gibi, birkaç hafta önce aynı mevkidaşı ile Ankara’da yaptığı görüşmede de, “Türkiye’de yaşayan Bulgaristan kökenli soydaşlarımız var…” diyerek, yine gaf yapmıştır. Çünkü  yurtdışında yaşayan Türklere, başka soylardan ayırmak için “soydaşlarımız” denir, fakat Türkiye’de yaşayanlara “soydaşlarımız” denilirse, “Türkiye’deki hangi soydan ayırmak için ‘soydaşlarımız’ diyorsun?” sorusu gündeme gelir! Aslında hayatlarında hiç asimilasyon ile karşı karşıya kalmayanlar için, bu o kadar da önemli olmayabilir; özbeöz Türkler için söylenen “Bulgar kökenli”, “Bulgar” gibi dil sürçmesini, sadece başbakan değil, bakanlar, milletvekilleri, parti başkanları da yapıyor. Fakat bir dönem asimilasyon sürecine maruz kalmış biz Bulgaristan’da yaşayan Türkler ve Türkiye’de yaşayan göçmenler için bu çok hassas bir konudur. Maalesef, bunu 28 senedir Ankara bürokrasisine anlatamadık… En son Binali Yıldırım- Borisov görüşmesinin, Bulgaristan’da yaşayan Türkler açısından bir kıymeti harbiyesi olacağını düşünmüyorum, çünkü Bulgaristan derin devletinin, bu ülkede yaşayan Türkler için uyguladığı bir asimilasyon politikası vardır, bu politika da kararlılıkla yürütülüyor. Oysa Türkiye Cumhuriyeti’nin belirleyici Balkan Yarımadası politikası olmadığı gibi, köklü bir Bulgaristan politikası da yoktur. Türkiye Cumhuriyeti’nin Balkan Yarımadası veya Bulgaristan politikasını birkaç milletvekilinin, birkaç bürokratın veya birkaç diplomatın şahsi inisiyatifine bırakılmıştır.

Ancak, Bulgaristan’da yaşayan Türkler için, Türkiye, bir dış dinamiktir. Bulgaristan’da yaşayan Türklerin 1989 yılında zulüm ve baskı zincirlerini kırarak ayaklanması, bir iç dinamik hareketiydi. Bu iç özgürlük hareketi, dünyadaki insan hakları örgütlerini, demokratik ülkeler gibi dış dinamikleri de harekete geçirdi. Bulgaristan derin devleti (eski rejimin gestaposu sayılan DS’nin uzantıları), daha sonraki senelerde, bu iç dinamikleri harekete geçiren ve öncülük eden kanaat önderlerinin hepsini zorunlu göçe tabi tuttu. Aynı DS uzantıları, kurdurdukları HÖH/D(p)S partisi ve bazı sivil toplum örgütlerini, dünyaya, Bulgaristan’daki Türklerin iç dinamikleri olarak lanse ettiler.

Gerek HÖH/D(p)S, gerek bazı sivil toplum örgütleri, 27 senedir görevlerini çok iyi yaptılar, “Onu yapma, bunu yapma!” diyerek, Bulgaristan’daki Türklere çaresizliği öğrettiler. Bunların dışında dönem dönem yeni hareketler oluşmuş olsa da, bu hareketler, içerden hemen bastırıldı, dışarıdan da destek görmeyince, çaresizliği yaşayarak öğrenmiş oldular. Bundan dolayı, Bulgaristan’da yaşayan Türklerin bir kısmı, senelerdir öğretilen çaresizlik ve öğrenilmiş çaresizlik içinde, ”kaderim böyleymiş” diyerek; göçü, gurbeti, asimilasyonu, Hıristiyan-Slav kültürüyle bütünleşmeyi doğal karşılıyorlar. Hatta bazıları Türk olmanın kendilerine zarar verdiğini düşünerek, Türk düşmanlığı dahi yapar oldular.

Kısacası, 28 senedir tüm dünyanın önünde Bulgaristan’da yaşayan bir milyondan fazla Türk, ya göçe veya ekonomik olarak çökertilerek başka ülkelere gurbete zorlandı, ya da Hıristiyan-Slav kültürüyle bütünleştirildi. Ancak, Bulgaristan’da artık buna, “DUR!” diyecek iç dinamikler de az değildir!

Durmuş Arda

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN