BİR KUCAK ÇİÇEK

Filiz elindeki su dolu kovayı yere bırakıverdi: Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı yine. Kamber hakkında bir şeyler işittiği zaman hep böyle olurdu. Nasıl hatırlayacaklardı şu genç kızlar? Küçücüktüler o zaman. On yıl geçmişti aradan. Filiz hala bir umutla yaşıyor, ancak kimselere hiçbir şeycikler söyleyemiyordu... Ah! Niçin öyle olmuştu? Niye dinlememişti onu? Bir, evet, kelimesi, yeterdi, olduğu yere oturdu. Düşünceleri yine hatıralarla dolu gerilere kaçtı...

PAYLAŞ
Misyon Gazetesi -

BİR KUCAK ÇİÇEK

Köy içerisinde yıldırım hızıyla bir haber dolaştı;" Geliyormuş, Şahin Usta'nın oğlu dönüyormuş artık. Hatırlamıyor musunuz? Hacıoğlları Mahallesi'nden o yakışıklı ve yiğit delikanlı Kamber'i? Düğün gecesi kaçıp gitmişti hani...

Filiz elindeki su dolu kovayı yere bırakıverdi: Kalbi hızla çarpmaya başlamıştı yine. Kamber hakkında bir şeyler işittiği zaman hep böyle olurdu. Nasıl hatırlayacaklardı şu genç kızlar? Küçücüktüler o zaman. On yıl geçmişti aradan. Filiz hala bir umutla yaşıyor, ancak kimselere hiçbir şeycikler söyleyemiyordu... Ah! Niçin öyle olmuştu? Niye dinlememişti onu? Bir, evet, kelimesi, yeterdi, olduğu yere oturdu. Düşünceleri yine hatıralarla dolu gerilere kaçtı...

Soğuk Pınar başında buluşurlardı hep. Ne güzel, ne kuvvetli sevişirlerdi. Biri birlerine söz vermişlerdi, evlenecektiler. Yalnız Filiz'in anne ve babası nal diyor, mıh demiyorlardı;

"Kızımızı çıplaklara vermeyiz! Bizim sülalemize yakışır kişiler mi onlar?" diyorlardı. Oysa Kamber'in anne ve babası çok iyi insanlardı. Çok zahmet çekmişlerdi. Fakir fukaralıkla büyümüşler, ağa kapılarında çeşitli güçlüklerle karşılaşmışlardı. Şimdi, kendi işinde çalışıyorlardı. Durumları iyiydi. Kamber de ortaokulu bitirir bitirmez babasının dükkanında ayakkabı tamircisi olarak çalışmaya başlamıştı. Kısa bir zamanda, en iyi bir kalfanın verebileceği verimliliği göstermiş, usta olup çıkmıştı işin içinden.

"Kendimi öldürürüm ama Kamber'den vazgeçmem!" dedi bir gün babasına Filiz. Osman Ağa başka bir çıkış olmadığını görünce;

"Senin dediğin olsun! İlla velakin düğün isterim. Şu  takımlar alınır, bu takılar takılır!" demiş, kestirip atmıştı.

İşler yolunda gidiyordu. Her şey tamamlanmış, düğün gelip çatmıştı. Şahin Ustan inadına davul ve zurnaları çift tutmuştu. Lakin yok mu şu bir takım örf ve adetler? Bazen öyle ananelerimiz var ki... Düğün öncesi gece, kız tarafından, sadece erkeklerden oluşan, bir bölük gider damat adayının evine. Öyle bir bölüktür ki, adamın anasını ağlatır. "Kayınço bölüğü" derler adına. İşte o akşam Şahin Usta'nın evinde böyle bir bölük vardı. Gece yarısına kadar yiyip içtiler. Bunu beğenmeyiz, şunu isteriz, dediler. İyice de kafaları tuttular. Sonra kırıp dökmeye, sövüp saymaya başladılar. Kendilerine hizmet eden ev sahibinin komşularından biri dayanamayıp;

"Arkadaşlar, bu kadarı biraz fazla olmuyor mu?" deyince, küplere bindiler. "Vay siz misiniz? Demek bizi kovmak istiyorsunuz ha?" diyerek, dışarı fırladılar. Ne olduysa ertesi gün oldu. Kız tarafı diretti; "Bugün düğünümüz yok. Dün gece kayınço bölüğü iyi karşılanmadı. Vermeyiz kızı, düğünümüz gelecek haftaya ertelenmiştir!" dediler.

Meydan ise tıklım tıklımdı. Gençlik coşuyordu. Davul ve zurnalar eşliğinde horon tepiyor, naralar atılıyordu. Bütün bunlar ededursun, erkek tarafı kız tarafına yalvarıyor, yakarıyor ama söz anlatamıyordu.

"Bizim haysiyetimiz var!" diyordu Osman Ağa.

Vakit hayli ilerlemişti. Güneş Asarcık tepesinin arkasına gizlenmiş, son şualarını bir yağmur kuşağı gibi, karşı yöndeki Aladağ'ın en yüksek tepesi üstünden kaydırmak üzereydi. Birden beklenmedik bir olay vuku buldu. Damat adayı atına binmiş, kız evinin kapısı önünde belirdi;

"Filiz'i istiyorum, ona iki çift sözüm var!" diye diretti. Filiz pencerede görünür görünmez de; "Sizin haysiyetiniz varsa, benim de onurum var. Söyle, Filiz, benimle gelmek ister misin bu akşam?"

Filiz en büyük hatayı işte o zaman yapmıştı; "Hayır, gelmeyeceğim, babamın sözünü çiğneyemem. Düğünümüz gelecek hafta olacak!" demiş ve odasına çekilmişti.

Kamber'in gözlerinde şimşekler çaktı aniden. Atının üzerinde, şahlanırcasına, dimdik doğruldu ve adeta bağırırcasına;

"Ey insanlar, benim düğünüm bugündü. Haftaya beni buralarda göremezsiniz!" dedi. Atını ileri sürdü ve yıldırım hızıyla, alaca karanlıkta kaybolup gitti...

Atı o gece geri gelmişti, ancak Kamber köyüne dönmedi. Önceleri kentte inşaatlarda çalıştığı söyleniyordu. Daha sonra, Avrupa'ya gitmiş, hem çalışıyor, hem de öğrenim görüyormuş, dediler. Son zamanlarda ise "artık yüksek tahsilini tamamlamış, kentte önemli bir görevde bulunuyormuş," diye konuşuluyordu...

Güneş hayli yükselmiş, tatlı bir tebessümle etrafa ışıklar saçıyordu. Filiz ayağa kalktı. Etrafta heyecanlı konuşmalar, koşuşmalar vardı. Mahallede kimsenin kalmadığını görünce, ağır adımlarla yürüdü.

Belediye binası önünde büyük bir kafile toplanmıştı. Törenli bir karşılama yapılacakmış. Sol tarafta bir grup öğrenci, ellerinde çiçekler, şarkı söylüyorlardı. Güzel bir araba, hızla gelip, kafile önünde durdu. Arabadan, şık giyimli, güler yüzlü bir erkek indi. Beyaz karanfil ve güllerden yapılmış, büyükçe bir buket vardı elinde. Oydu... Kamber... Sanki boyu biraz daha uzamış, daha yakışıklı olmuştu. İncecik, simsiyah bıyıklarının altında beliren tebessümle genç kızların yüreğini hoplatacak kadar çekiciydi. Büyük bir alkış koptu. Öğrenciler kucağını çiçeklerle doldurdular. Anne ve babasıyla kucaklaştı genç adam. Dostlarıyla sarmaş dolaş oldular. Nedense aralıksız etrafına bakınıyordu. Birden durakladı. Sonra hızlı adımlarla arka sıralara doğru yürüdü. Belirsiz bir sessizlik çöktü etrafa.

Kamber şimdi dimdik Filiz'in önünde duruyor, hasret dolu gözlerle biri birini süzüyorlardı... Neden sonra çiçeklerin hepsini Filiz'in kucağına bıraktı, onu kolları arasına aldı ve hafif bir sesle;

"Artık burada kalacağım. Köyümüze fabrika kurulacak. Ben başmühendis olarak çalışacağım. Sen ise karım olacaksın. Yetere hasretini çektiğim. Bak göreceksin, mutlu olacağız!" dedi.

Nihat ALTINOK

HABERİ PAYLAŞ:
BUNLARA DA BAKIN